Öncelikle NFK’den bahsetmek gerekirse; 1940 öncesi NFK ile 1940 sonrası NFK iki ayrı kişiliktir ve neredeyse birbiriyle alakası yoktur. Mina Urgan da “Bir Dinozorun Anıları” adlı kitabında 1940 öncesi NFK ile yaşadığı anılardan bahsetmiş. Mina Urgan’ın tanıdığı NFK’yi, yine Mina Urgan’ın kaleminden biz de tanıyalım, bakalım
“Heyhat! Yazmayı deneyen bir kadını
Kendini bilmez bir yaratık sayarlar,
Hiçbir erdem telafi edemez bu hatayı.
Cinsiyetimizi ve tarzımızı yanlış anlıyormuşuz.
Terbiye, moda, dans, kıyafet, oyun,
İşte bunları istemeliymişiz;
Yazmak ya da okumak ya da düşünmek ya da araştırmak,
Güzelliğimizi gölgeler, zamanımızı tüketirmiş,
Ve en güzel çağımızda
Bir zamanlar birileri bana insanın kendi cehenneminden daha iyi bir cennetin olmadığını söylemişti. Belki de bunu kendi vicdanım, işlediğim bir hatayı savunmak için ileri sürdüğüm gerekçeleri haklı çıkartmak adına söylemişti.
Ebû Mes'ud el-Ensârî el-Bedrî anlatıyor:
" Ben değnekle bir kölemi dövüyordum. Arkamdan bir ses 'Ebû Mes'ud! Ebû Mes'ûd!' diye bağırıyordu. Kızgınlığımdan sesini alamadım. Yaklaşınca bir de baktım ki Hz. Peygamber'i gördüm. Şunu söylüyordu: 'Ebû Mes'ûd! Şunu bil! Ebû Mes'ûd! Bilesin ki...' Ben hemen değneğimi elimden yere attım. O şöyle devam etti: 'Ebû Mes'ûd! Bilesin ki senin bu köleye gücünün yettiğinden çok daha fazla Allah'ın sana gücü yeter.' Bunun üzerine o köleye azad ettim ve Efendimiz tebessüm etti. " [Müslim, "Eyman", 34,35] Burada bahsedilen kişi sahâbidir. Allah Resûlü onu yaptığı şeyden dolayı kınamadı. Sadece: "Senin bu köleye gücünün yettiğinden çok fazla Allah'ın gücü sana yeter." diye uyardı. Bunun üzerine Ebû Mes'ûd: "Ya Resûlullah! Şöyle yaptığı için ben böyle davrandım." gibi sebepler öne sürmek yerine anında Allah Resulüne icabet etti ve teslimiyet gösterdi. Sahâbeyi sahâbe yapan en önemli vasıf budur. Hatayı savunmak, meseleyi ambalajlamak ve farklı bir seçimde sunmak yok. Ebû Mes'ûd'un bu örneği bizim için her zaman bir zemin olsun.
İnsanın enerjisini koruması açısından yanıldığını açıkça kabul etmesi ve bunu, hatayı savunmak adına boşa çaba göstermeden derhal yapması, çok daha basit ve oldukça etkili bir yöntemdir.
Utanılacak hususlardan biri de, biz müslümanların hatamızı savunmak uğruna her türlü bahaneyi uydurup kılımız kıpırdamaksızın hep bir şamaroğlan ya da kurbanlık koç aramaya koyulmamızdır. Yani, hatayı hep başkasında aramamızdır.
Danışanlarımızla aynı tarafta olma eğilimimizin yarattığı taraflılığın yanı sıra, karşı aktarım sebebi ile de tarafsızlığımızı kaybedebiliriz. Genç terapistlerin ebeveynlere karşı çocukların tarafını tutma, daha yaşlı terapistlerin ise çocuklara karşı ebeveynler ile taraf olma eğilimi vardır. Erkek bir terapist -özellikle kendi evliliğinde de problemler yaşıyorsa- danışanının karısına karşı danışanı ile taraf olabilir. Romantik ya da erotik karşı aktarım, terapistin danışanının ilişkisini kıskanmasına yol açabilir. Bu durumda, terapist, eşine karşı danışanın tarafını tutarak, bilinçdışı bir şekilde söz konusu ilişkiyi baltalamaya çalışabilir. Bu örneklerin hepsinde terapötik tarafsızlığın ihlal edilmesinin terapiye verebileceği zarar ortadadır.
Fakat bununla beraber, bir hata yapacaksanız, bu hatayı danışanın tarafını tutarak yapın. Danışanınızla ittifak kurmak ve onu savunmak, ilk etapta, ikiniz arasında kurulan bağı güçlendirir. Bu bağ bir kez güçlü bir şekilde kurulduktan sonra danışanınızın anlattıklarının doğruluğunu gözden geçirmek için nasıl olsa vakit olacaktır.
Sayfa 173 - Psikoterapi Enstitüsü Eğitim YayınlarıKitabı okudu