Hayalin gerçekte en çok çekemediği, durağanlık değil,değişkenliktir: kalıcı olan hayallerdir; gerçekler ise, değişken... Hayal, gerçeği hep istediği biçimde kurar; ama gerçek, hep kendi biçiminde oluşur. İşin kötüsü, hayal, kafasına dank etmiş, geçmiş gerçekleri bile, yoğurur, biçimler, kendi istediği biçime sokar? hayalin elinde, en 'gerçek' gerçekler bile gerçekliklerini yitirirler: Yani, hayaller için, gerçeklere uyma yolu tümüyle kapalıdır. Hayal gerçeğe ulaşamaz ? ulaşabilse bile, onu gerçek olmaktan çıkarır, hayal kılar.
...Temkinli hayaller kuruyorlar. Buna gerçekçilik ismini takmışlar. Ama rengi bozuk bi sürahi kadar gerçekler. Varlığı dışında hiç bi anlam taşımayan boş vitrin sürahileri..
Ele geçirmek, kazanmak, ikinci bir ağızla övülmek derdindeler. Sanırım bu yüzden giydikleri her neyse hep onu giymek zorundalar. Yaptıkları iş her neyse bunu hep devam ettirmek durumundalar. Yoksa korkunç bişey olur ve biri kalkıp onlara KİM OLDUKLARINI sorar.
Hayat onlar için at yarışına benziyor. Kazandıklarında gidip başka bi ata oynuyorlar...
İnsan her ikisini de gönlünde ve zihninde yaşattığı müddetçe, her ikisinin de insanın ruhunda ve hayatında etkisi olduğu müddetçe hayaller ile gerçekler dünyası arasında ne fark vardı?
Gençlere en son ne zaman hayal kurduklarını sorduğumuzda aldığımız yanıt ilk başta umut vericiydi zira görüştüğümüz gençlerin hemen tamamı sık sık hayal kurduklarını söylüyordu. Araştırma sürecimiz boyunca beni en çok merakta bırakan "hayalin ne" sorusuna aldığımız yanıt ise düşündürücüydü. İlk sırada oldukça yüksek bir oranla "diğer ülkelere seyahat etmek" vardı. Sanırım mecaz anlamıyla değil, tam anlamıyla hayaller Paris, gerçekler Eminönü idi. Çalışmanın kalbimde şimşek çakmasına sebep olan bölümü ise şuydu:Kayda değer bir yüzdeyle ikinci sırada gelen hayal "mutlu olmak" tı. Türkiye 'nin genci mutlu olmayı bir hayal olarak tanımlıyordu.