Kaçış.
Yarı-mevta bir kasabadan, içinden tren geçen o büyülü eve gelmiştik. Bana öyle görünmüştü Saadet Hanım'ın Cankurtaran'daki bir oda ve bir arka odadan ibaret ahşap evi. Ben, kara erik gözlü şey ve o, keçisever yoksul, sedirde yan yana oturmuş, Saadet Hanım'ın kurallarını dinlemiştik. Her on beş yirmi dakikada bir dar sokağın üstünden geçen trenler yüzünden, ne dediğini tam anlayamamıştık. Sadece sevecen parmak sallayışı ve mavi gözleri, bir de Gelincik sigarası kalmıştı aklımızda.
Ağuyla ve ölümle meşhur topraklardan kurtulunca,
eskimiş evi sarsan, sarsmak ne, zangırdatan, bardaklarımızdaki çayı titreten trenler, oyuncağımız olmuştu.
Önce uyuyamamış, derken unutmuştuk onları.
Odun toplamak, nahırı çevirmek, çaya inmek için sağlamca yere bastığımız adımlarımızı, alt katta geceleri kesik kesik öksüren Saadet Hanım duymasın diye hafif atar olmuştuk, ilk bunu öğrenmiştik.
Gece karanlığında birbirimize parmak sallayıp gülüyorduk yürürken.