"Ozan Açık Hava Sineması"nın önündeki kaldırımda toplanmışlardı.
Meral hafifçe Musta'nın kulağına eğilerek:
-"Bir dakika bakar mısın, sana birşey söyleyeceğim", dedi.
Sonra hızlı adımlarla karşı kaldırıma geçip, bir metre kadar yükseklikteki bahçe duvarına yaslanıp, durdu. Halinde bir huzursuzluk seziliyordu. Aniden bir şey yapmaya veya bir şey söylemeye karar vermiş gibiydi.
Durup dururken böyle hareket etmezdi hiç Meral...
Musta, buna bir anlam veremediği için, akşam nereye gideceklerini kararlaştırmak üzere toplanmış oldukları grubu bırakıp, onu fazla bekletmemeyi tercih etti. Karşıya geçinceye kadar da, belki aklından hızlıca bir şeyler geçti ama, hiç biri soruya cevap olmadı.
Yanına varınca, şöyle bir gruba göz attı. Herkes kendi alemindeydi. Meral'e döndü:
-"Ne var?" Meral, bir şey söyleyecek ama karar veremiyormuş gibi duruyor, yere bakıyordu.
Hafifçe yanakları kızarmıştı.
Musta bunu farketti. Bir şey olacaktı ama, bunun ne olduğunu da pek tahmin edemiyordu. Parmaklarının ucunda yumuşak bir şeyin dokunduğunu hissetti. Bu Meral'in parmaklarıydı.
Daha, "ne oluyor?" diye düşünmeye fırsat kalmadan, Meral birdenbire:
-"Ben seni çok seviyorum, biliyor musun?" dedi.
" ..... ?!" Musta her şeyi bekliyordu da, bunu hiç beklemiyordu...
Gözünün önünden bir morluk, bir yeşillik, sonra da bir alâim-i sema (gökkuşağı) ve bir El Niño geçti. ("El Ninyo" okunur. Güney Amerika' da bir tayfuna verilen ad)
Sayfa 61 - 1.Basım - Ağustos 2006 son kısımdaki fırtına kısmını özellikle sevdim :)
Yorgun ve mutsuzum çaresiz ve hissizim alıp başımı gidesim var ama yapacak gücüm yok küçük bir umut arıyorum ama bulamıyorum öyle yoruldum ki cabalamak bile istemiyorum iyi düşünsem olmuyor kötü düşünsem kendime yakışmıyor ne yapicagimi bilmiyorum ağlamak istiyorum ama sesli göz yaşlarımi saklamadan sessizce değil haykıra haykira bağırarak bırakıp
çalınmamış kapıları biz çaldık korkusuzca
hep kötü bakışlı insanlardı karşımıza çıkan
ama hiç korkmadık kötülüklerinden ne var ki
nasılsa yaşamıyorduk açlığa inat
_Sümerler, Türk'tür.
_Tarih 5500 yıl önce Sümer’de başlar.
_Sümerce kesinlikle Türkçedir. Prof. Atakişi Kasım
_MÖ 2400 yıllarına ait çivi yazılı belgelerde Türk adları bulundu.
_Sümerce, Türk, Fin ve Macar dillerine akrabadır. Asurolog Jule Oppert
_Atatürk demiş ki: Bırakın şu Asurları! Asurlar Arap cinsinden. Bu Sümeroloji olacak demiş.
_Çok defa hem kendimden hem de her şeyden bıkmış bir haldeyim.
_Aşık olan körleşir ve evlendikten 8 gün sonra gözleri açılıp gerçekle yüzleşir.
_Espri, ince zekalıları ve avanakları ortaya çıkarır.
_Dürüstlük, en mükemmel politikadır.
_Ahlak bir şahsiyet meselesidir. Kişinin kusurlu olduğunu fark edebilmesi için ahlaklı olması şarttır.
_Doğada
Elin.. elin değmiş bu mektuba.
Teşekkür ederim; bana yazmamışsın ama.
Elbette tanıdım yazını; değişmemiş hiç.
Değişen birşey olmadı zaten,
Acı bile aynı acı.
Bana gönderilmemiş ama mektubu ben okudum.
Utanmadım, kimseye de ihanet etmedim.
getirmiş ve onları kadı karşısına çıkarıp başından geçenleri anlatarak üç dervişi hırsızlıkla suçlamış. Kadı, devecinin ifadesini yerinde bularak üç ermişi deveyi gasbetme suçundan hapse atmış. Kısa bir süre sonra adam devesini arazide başıboş dolaşırken bulmuş ve dervişlerin salıverilmelerini temin maksadıyla mahkemeye başvurmuş. Daha önce
Ana babanın yolunu izlemek çok kolaydır, öğretmenlerinin yolunu izlemek çok kolaydır, toplumun yolunu izlemek çok kolaydır, baş eğmek çok kolaydır - isyan etmek, yalnız kalmak ise çok zordur. Ama ancak bu şekilde gelişirsin.
Bitirirken sana küçük bir anektod aktarayım:
Bir zamanlar kötü geçen bir hasattan sonra şikayet eden bir çiftçi vardı:
çalınmamış kapıları biz çaldık korkusuzca
hep kötü bakışlı insanlardı karşımıza çıkan
ama hiç korkmadık kötülüklerinden ne var ki nasılsa yaşamıyorduk açlığı inat
korkmak da neydi kötü bakışlarından
onlarda olmıyan birşey vardı tek kozumuz küme küme mutsuzluğumuz vardı onları korkutucak
sonra birikinti umudumuz vardı az da olsa
tanrı