- Dur çocuğum! Sus çocuğum! Yapma çocuğum!
biçiminde büyütülüyor çocuk ve bu büyüme sırasında, sizin emirlerinizi hiç mandallamıyor. Tersini düşünelim.
- Durma çocuğum, yap! Susma! Ağla! Aferin, çok güzel ağlıyorsun!
demeyi denesek, nasıl olurdu acaba? Bizimle inatlaşan çocuk, inadına tersini yapar mıydı bakalım? Sanmıyorum. Çocuk yapılmaması gerekeni bilerek, haydi yap dememize uyuz olarak, işin içindeki bit yeniğini sezerek, gene buyruklarımıza başkaldırır ve canının istediğini ya da bizim istemediğimizi yapar.
İnsanın yapıcı ve yıkıcı yanları arasında öylesi bir denge var ki, insanlığın geleceği üzerine karamsarlığa kapılmamızı engelliyor. Dünyanın tümünü ortadan kaldırabilecek güçte silahların bugüne dek denetim altında tutulabilmiş olmasının yalnızca korku duygusuyla açıklanmasına katılmıyorum. Üstelik, insanlık tarihi incelendiğinde yıkıcı eğilimlerin yapıcı eğilimlere oranla daha hızlı geliştiğine ilişkin bir gösterge bulunabileceğini de sanmıyorum. Ama tarih boyunca insanlar, yaşadıkları dönemin öncekilerden daha kötü olduğuna ve dünyanın gidişinin hiç de iyi olmadığına inanmışlardır.
Küçücük bir otobüs. Tıklım tıkış dolu. Genç, yaşlı, çoluk çocuk, öğrenci. Parfüm ve ter kokuları iç içe, insanların neredeyse nefesleri de öyle. Yüz kilometrelik bir yol Konya merkez. Neşet Ertaş türküsünün içindeymiş gibi yolculuk. Ve ben bu günleri kolay kolay unutabileceğimi hiç sanmıyorum.
Yarı kapalı gözlerle yukarı bakıyorsunuz. Yarı kapalı çünkü dikkatle bakıyorsunuz. Bir dal diğerlerinden daha uzun. Üzerindeki yaprakları saymak olanaksız. Bu yaptakların hem arasında hem çevresinde gördüğünüz mavi gökyüzü, kelimelerin harflerinin arasından görünen kağıdın beyazlığına benziyor. Gök fonunun önünde gördüğünüz yaprakların bu dağılımı hiç de gelişigüzele benzemiyor. Acaba bu yaprakların sıralanışı bir kitaptaki harflerin ve kelimelerin sıralanışı gibi açıklanabilir mi diye düşündüğünüzü fark ediyorsunuz. Sonra tıpkı iyi bir öğretmen gibi, karışık kafanızı yönlendiren bir imge keşfediyorsunuz. Her şey -diyorsunuz kendi kendinize- varolabilmek için bir hedefi tam ortasından vurmalı; on ikiyi ıskalayan hiçbir şey varolamıyor. Ama öğretmen sınıftan çıktıktan sonra, sözleri genellikle hayal kırıklığı yaratır. O yüzden orada öylece kalıp, başınızın üstündeki dalın nasıl olup da tüm baharı temsil edebileceğini anlamaya çalışıyorsunuz... Böyle düşünerek filozof olabilirsiniz, ama ressam olabileceğinizi sanmıyorum.
"Bugün günlerden 26 Nisan Cuma günü. Saat 03.26 ve yazdığım vakitle beraber daha da ilerlemeye devam ediyor. Bu satırları neden yazdığımı inan bilmiyorum. Daha önce seninle vedalaşmak için çokça fırsatım olmuştu ama hiçbirinde bunu yapabilecek cesaretim yoktu. Ne oldu da şimdi o cesarete sahip oldun diye sorarsan bana, susmak dışında bir şey
“O zaman sen izin verdiğin sürece seni hep senden daha fazla sevmek için var gücümle çabalayacağım. Bir insanın bir insanı benim seni sevdiğimden daha çok sevebileceğini hiç sanmıyorum. O yüzden lütfen bir dene. Ama yenilgiye hazırlıklı ol.”
Kitabı sadece 15. sayfasına kadar okuya bildim. Gerisi gelmedi. Öğretmenine zombi benzetmesi yapan ergen kızımızla birlikte kitap başlıyor. Aşık olduğu çocukla birlikte maça gidiyorlar falan. Teyzesi çağırıyor Newyork'a gidiyorsun diyorsun. Buraya kadar dayana bildim. Diyalog'lar çok kötü. 18 yaşında yazılmış ve yazarın ilk kitabıymış bu yüzden çok da eleştirmek istemiyorum ama ergence konuşmalar devam edip okuyabileceğim bir kitap olduğunu düşünmüyorum. Bu kitabı okusam kesinlikle zaman kaybı olacak bana ne katacak koca bir hiç. Kesinlikle tavsiye etmem. Hiç bir kitabı yarım bırakmayı sevmem ama 15 sayfa yetti bana daha fazla okuya bileceğimi sanmıyorum. Kitaplı günler.
- Hayatında hiç "kalp kırıklığı" diye tabir edilen şeyi düşündün mü?
- Sanmıyorum..
- İnsanlar bunu çok kolay söylüyor, hatta bir çoğu bunu bir kağıt parçası üzerine ortasından çatlamış bir kalp resmi çizmek kadar basit görüyor.