Yıllar boyunca kitapçıların raflarında Jean Louis Fornier adını görünce hep başka bir zaman demiştim. Yazarların da doğru zamanda doğru okuyucunun karşısına çıktığına inanıyorum artık. 20 yaşlarım sahip olamadıklarıma isyan etmekle geçerken, 30'lu yaşlarım empati kurmak ve boşvermekle geçiyor. Fournier'in birinci ağızdan yazmasına, kısa ama delici cümlelerle okuru kalbinden yakalamasına ve hayatı daha yaşanılır kılmak için yaptığı kara mizahına bayılıyorum.
"Asla Kimseyi Öldürmedi Benim Babam" kitabını okurken gözlerimin önünden film şeridi gibi geçti çocukluğum. 34 yıllık yaşantımda babamla olan diyaloğumu toplasam bir saati geçmez. Ömrüm onu gözlemlemek, tanımaya çalışmak, empati kurmak ve son zamanlarında rahat ettirmekle geçiyor. Bana veremediklerini sorgulayıp, ona kızmak yerine; her geçen gün hayatta kalma mücadelesi verirken onu daha iyi anlarken buluyorum kendimi. Babamın neden karamsar ve mutsuz olduğunu bilmiyorum. Oysaki bardağın dolu tarafını görecek olsa şükredecek o kadar çok şeyi var ki. Sonra babama verecek aklım olsa, önce kendime vermeliyim diyorum. Sahi ben neden bu kadar düşünceli, karamsar ve yalnızım. Bilmiyorum.
Fournier bir çocuğun gözünden babayı nasıl gördüğümüzü okuyoruz. Kahraman, ketum, sert, şakacı, koruyucu, sorunlu, karamsar, mutsuz... Baba olmak böyle bir şey sanırım. Tüm zıt duyguları yüreğinde barındırabilmek.