İçi para dolu zarfı kendisi göndermişti, ölmek istiyordu. Cevabının beni dumura uğrattığını itiraf etmeliyim. Kekeledim. Nedenini sordum. Ölümcül bir hastalığa mı yakalanmıştı? “Ölümcül bir hastalık mı?” dedi gülerek. “Öyle de denebilir sanırım.” Ağzının köşesi seyirdi yine, pencereden baktığımda fark ettiğim köşe, sonra konuşmaya başladı: “Çocukluğumdan beri var bende bu hastalık. Semptomlar gayet belirgindi, ama kimse tedavi etmeye çalışmadı. Oyuncaklarımı başka çocuklara verirdim. Asla yalan söylemezdim. Asla hırsızlık yapmazdım. Okul kavgalarında bile bana vuranlara karşılık vermezdim. Öteki yanağımı çevirirdim. Bu hastalık derecesinde iyi yüreklilik yıllar geçtikçe daha da kötü bir durum aldı, ama kimse bu konuda bir şey yapmayı aklından bile geçirmedi. Oysa hastalık derecesinde kötü yürekli olsaydım beni hemen psikiyatra götürür, önünü kesmeye çalışırlardı. Ama iyiysen? Bir sevinç çığlığı ya da iltifat karşılığında ihtiyaçlarını gidermek, içinde yaşadığımız toplumun fertlerinin işine gelen bir şey bu. Ve ben her gün biraz daha kötüye gidiyorum. Her lokmadan sonra etrafımda benden daha aç olup yemeğimi benim yerime bitirecek birini aramadan yiyemez oldum. Geceleri uyuyamıyorum. New York gibi bir kentte yaşıyorsan ve evinden altmış adım uzaklıktaki park banklarında soğuktan titreyen insanlar olduğunu biliyorsan nasıl uyursun?”