Başlangıç olarak logoterapistin, insanin hayatı boyunca karşılamak zorunda kaldığı tüm tekil durumlara içkin olan potansivel anlamla ilgilendiğini netleştirmek istiyorum. Bu yüzden de hayatın anlamını bir bütün olarak degerlendiremeyeceğim ancak buna rağmen anlama ilişkin böyle kapsamlı bir tanımla var olduğuna inaniyorum. Bir benzerlik kurmak için bir filmi gözünüzde canlandırın: Teker teker binlerce resimden oluşur ve her biri mantıklı ve anlamlıdır. Yine de son kareyi izlemeden filmin anlamini kavrayamayabiliriz ancak her bir bileşenini, her bir tekil resmi anlamadan da filmi anlamamız mümkün olmaz. Hayat da böyle değil midir? Varsa, hayatın nihai anlamı da sadece ölüm döşeğinde en sonda anlaşılır olamaz mi? Nihai anlam da her bir tekil durumun, bireyin bilgi ve inançlarına en uygun sekilde gerçekleştirilmesine bağlı değil midir?
Bir süredir orada olan bir tutsağa, meslektaşım ye arkadaşım P.'in nereye gönderildiğini sordum.
"Sol tarafa mi gönderildi?"
"Evet' diye yanıtladım.
"O halde onu orada görebilirsin" dedi.
"Nerede?"
Bir el, birkaç yüz metre ötede Polonya' nin gri gögüne duman salan bir bacayı gösterdi. Bacadan ugursuz bir duman çıkıyordu.
"Arkadaşın orada, cennete uçuyor."
Korkunç bir kabus gördügü bariz olan ve yatağında çırpınıp duran bir arkadaşımın initilerine uyandığım geceyi hiç unutmam. Kabus ve bilinç yoksunluğu nöbetlerinden mustarip olan insanlara her zaman üzüldüğüm için zavallı adam uyandırmak istedim. Ansızın yapmak üzere olduğum şeyden korkup, adami uyandırmak üzere uzattığım elimi geri çektim. O sırada, hiçbir rüyanin, ne kadar korkunç olursa olsun kampın bizi çevreleyen gerçekliginden daha dehşet verici olamayacağını anlamıştım ve ona bunu haırlatmak istemedim.
Logoterapiye göre hayatın anlamını üç farklı yolla keşfedebiliriz: (1) Bir üretimde bulunarak veya bir iş yaparak, (2) bir şeyi deneyimleyerek ya da biriyle temas ederek, (3) kaçınılmaz olan ıstıraba karşı aldığımız tavırla.
Yaşama sanatı, yalanlara inanmayı bilme sanatıdır. Bunun korkunç yanı, doğrunun ne olduğunu bilmememize karşın, bir yalanın yalan olduğunu hâlâ anlayabiliyor olmamızdır.
İnsanlar tehlike karşısında ne kadar cesaretli, tehlikeden ne kadar haberdar olsalar da, kalplerinin vuruşundan ve bedenlerinin titreyişinden düş ve gerçeklik, plan ve uygulama arasındaki olağanüstü farkı anlar.
“Olgunlaşmamış insanın özelliği, bir dava uğruna soylu bir biçimde ölmek istemesidir, olgun insanların özelliği ise bir dava uğruna gösterişsiz bir biçimde yaşamak istemesidir.”
İnsanlığın ve insansızlığın yüz karasıydım. Kendime acımak istedim. Mutlak bir ümitsizliğe düşmek istedim. Belki tam düştükten sonra çıkmak kolay olurdu.
İnsanlar hakkında böyle sahneler uydurmak, “tanımak” dediğimiz şey, onları “düşünmek”, onlardan “hoşlanmak”! Tek bir kelimesi bile doğru değildi; hepsini kendi uydurmuştu; ama yine de onları sadece böyle tanıyordu.