Toprak öyle bitip tükenmez, /dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişemeyecekti.
Kağnılar yürüyordu yekpare meşaleden tekerlekleriyle
Ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti.
Ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık kısacıktılar
ve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarında
ve
100. yılındayız;
Güneşin aydınlattığı o güzelim Anadolu toprağına yazılan
Kurtuluş’un.
Gidiyorum Eskişehir’den Afyon’a,
Yüzüme yansıyor o siyah beyaz film kareleri,
Gece olunca gizlice hareket eden kağnılar
Ve kağnıyla çekilen aslında vatanın istikbali…
❝Ayın altında kağnılar gidiyordu.
Kağnılar gidiyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru.
Toprak öyle bitip tükenmez,
dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişmiyecekti.
Kağnılar yürüyordu yekpare meşeden tekerlekleriyle.❞
Ne, yıldızlar kaynaşır gökyüzünde,
Ne, sevdayla dolar taşar gönüller.
Bir rüzgar eser ki bıçak gibi
El ayak şişer.
Sivas yollarında geceleri
Ağır ağır kağnılar gider.
Bilir misin artık sevda kuşsuz, boş kursaklarda.
Ve bilir misin ilk kez yanıldı Nilgün Marmara.
Kuş muş da koymasınlar yollarımıza.
Madakvari sevmiyor kadınlar.
Biri ötekinin kopyası bire bir.
Ya Narman( Haydar Ergülen) da yanıldıysa.
Ya erkeklerin de kalbi kiralıksa.
Gündelik aşkların camlarını siliyorsa...
Ya Fransız pencereler hiç
O sıralarda Ankara, Anadolu yaylasının göğsünde iki meme gibi yükselmiş bir çift tepeden başka bir şey değildi. Tepelerden birinin üstünde, Türklerin sayılı çarpışmalarına sahne olmuş eski Ankara Kalesi’nin yıkık duvarları yükseliyordu. Kalenin sırtlarıyla çevresi ve içi, zikzaklı yokuşlar ve gübre yığınları arasında tavşan yuvasına benzeyen, ama içinde insanların yaşadığı dam dama, kafes kafese yıkık dökük kerpiç evlerle doluydu. O sıralarda
Ankara’da, gıcırtılı kağnılar dışında tek taşıt aracı olan köhne at arabaları, yağmurun bol olduğu bu mevsimde, taşları çamurla kaplı yokuşları güçlükle tırmanabiliyorlardı.
Ve kadınlar, bizim kadınlarımız :
korkunç ve mübarek elleri, ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle anamız, avradımız, yarimiz ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen..
.
.
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki ve karasabana koşulan ve ağıllarda ışıltısında yere saplı bıçakların aynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar, bizim kadınlarımız şimdi ayın altında kağnıların ve hartuçların peşinde harman yerine kehribar başaklı sap çeker gibi aynı yürek ferahlığı, aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve on beşlik şarapnelin çeliğinde ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
Ve ayın altında kağnılar yürüyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru.
Sivas yollarında geceleri
Katar katar kağnılar gider
Tekerleri meşeden.
Ağız dil vermeyen köylüler
Odun mu, tuz mu, hasta mı götürürler?
Ağır ağır kağnılar gider
Sivas yollarında geceleri.
Ne, yıldızlar kaynaşır gökyüzünde,
Ne, sevdayla dolup taşar gönüller,
Bir rüzgar eser ki, bıçak gibi
El ayak şişer.
Sivas yollarında geceleri
Ağır ağır kağnılar gider.
Kamyonlar gelir geçer, kamyonlar gider
Toz duman içinde,
Şavkı vurur yollara,
Arabalar dağılır şöförler söğer,
Sivas yollarında geceleri
Katar katar kağnılar gider.
Ayın altında kağnılar gidiyordu.
Kağnılar gidiyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru.
Toprak öyle bitip tükenmez.
dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişmeyecekti.
Kağnılar yürüyordu yekpare meşeden tekerlekleriyle.
ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti.
Ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan
Kağnılar, kağnılar, kağnılar!..
Mühimmat ve erzak taşıyan kağnıların hele dar boğazlarda ayyuka yükselen o katlanılmaz inleyişleri!Bebesini sırtına sarmış elinde övendire gece gündüz yürüyen o köylü kadınlar ki müheykel ve pürazamet'tirler.
Sayfa 247 - Türkiye İş Bankası YayınlarıKitabı okudu
Ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız,
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki,
ve kara sabana koşulan
ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehribar başlı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve onbeşlik şaraplenin çeliğinde
ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
Ve ayın altında kağnılar
yürüyordu Akşehir üzerinden Afyon`a doğru
Ben o yılların macerasından geldim
Barut, toz ve ihtilâldi hepten.
Dolaklı, hilâl bıyıklı süvarilerle,
Hüzünlü marşlar söyleyerekten
Bir davul zurna, bir üçlü, bir bayrak
Saf çelik kılıçlar ata yadigârı,
Yorgun söğütler, mahzun yollar, kağnılar
Göğsü tekmil düğmeli bir zâbitin ardından
Bir yıldızlı tanyerine at sürerken...
Derdini