Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
"Sonuçta kalp kişiye özeldir ve içindekini ancak Allah bilir. Kalbin sahibi ise ikidir. Kalbi taşıyan kul ve kulunun kalbini ev edinen Allah."
Sayfa 133 - Turkuvaz Yayınları
"Bazıları kalbin içine dünyayı ve dünyalıkları doldurarak onu kilitliyor ve kendisini bir hazinenin sahibi zannediyor."
Reklam
Hikmet ehli bir zata "Münafık ağlar mı?" diye sormuşlar. "Gözleri ağlar ama kalbi ağlamaz," diye cevap vermiş. Çünkü içiyle dışı birbirinden kopmuş bir karakterdir o. Bu kalp sahibi kişinin bir diğer özelliği de yapılacak bir hayır olduğunda, özellikle zor amellerin başlangıcında işi üstlenecekmiş gibi, zorlukları fedakârca sırtlanacakmış gibi davranmasıdır. Çevresine güven vermek için de sık sık iyi işler yapmak gerektiğinden, fedakârlıktan, ahlaktan dem vurur. Fakat söz zamanı bitip eylem vakti gelip çattığında sesi kısılıp gündemi değişiverir ve asla konuştuğu amelleri yapmaz.
Sayfa 182 - Timaş YayınlarıKitabı okuyor
İnsanı, iman yolculuğundan alıkoyan tek şey vardır. O da kalbini başka şeylere işgal ettirmesi. Oysaki kalbin, tek ve yegâne sahibi "Âlemlerin Rabb'i, yoktan var eden yaratıcısı Allah" olmalıydı.
İslam'ın Manevî Yolu'nda nezaket ve incelik sahibi olmaya edeplenme denir. Bir kültür halidir edep; nazik bir vakarı ve mükemmel bir insanlığı içerir. Hem bir süreçtir, hem bir hâldir, çünkü birinci anlamıyla, süflî olanın ulvî olana tâbi edilmesi, adi şeylerin faziletlere feda edilmesi, cesedin ruhun emrine verilmesi demektir. Hayvandan insana kademe kademe geçiştir; insanın enaniyetini yırtıp manevî mertebelerin eşiğine gelirken yürüdüğü yoldur. Bu mertebeye erişen kişi, riyakârlıktan ve olduğundan iyi görünme halinden kurtulur. Edepli kişi, kalbin asli iştiyaklarını keşfeder ve Rabb-i Zülcelâlinin kalbine rahmetle dercettiği sırları ayan beyan görür, gösterir. Edep hem bir eminlik hali, hem bir karakter ve kişilik duruluğudur; bir mücadelenin meyvesi ve nefsin dizginlenmesidir.
Sayfa 197 - SufiKitabı okuyor
Kalp, bedenin efendisidir ve bir süngere benzer: En çok sevdiğini özüne çeker. Ve kalbin özüne çekilen her ne ise insanın sahibi olur. Kalbin içine çekilebilen ve onun bozulmasına sebebiyet veren birçok şey vardır (...) Kalbin özü de başka şeyler için değil yalnızca Allah için yaratılmıştır. Merkezine para, kariyer, statü, insanlar gibi şeyleri yerleştirdiğimizde kalbimize zarar vermiş oluruz. Hatta ailemiz ve çocuklarımız bile, eğer onları yanlış yere konumlandırırsak kalbimizi harap eder.
Sayfa 222Kitabı okudu
Reklam
"Sevgi bir mecburiyet değil ki tek seçenek olunca sahip olasın. Aşk bir kumar değil ki rakip azalınca kâr edesin. Herkes gönülde yer edebildiği kadar var kalbin sahibi için. İstersen elmas ol, doğru göz değilse seni gören, kömürden ötesi değilsin."
Kalbin hilesi, şeytanın desisesi, nefsin haba- seti bundan daha engin ve bundan daha çok incedir. Bu sırra binâen denildi: "Bir âlimin iki rekat namazı, bir câhilin bir senelik ibâdetinden daha üstündür!" Bu âlimden amellerin âfetlerinin inceliklerini basire-tiyle sezen âlim kas- tediliyor. Ta ki bu âlim, bu sayede kurtulabilsin. Zira cahi- lin nazarı ibâdetin zâhirinedir. Onunla aldanır. Tıpkı köy- lünün katışık altının kırmızılık ve yuvarlaklığına bakıp da aldanması gibi... Halbuki o altın hadd-i zâtında katışıktır. Tam ayarlı altının bir kırat'ı ki, basiret sahibi sarraf onu se- çer, ahmak câhilin seçtiği tam bir altından bu küçük parça daha hayırlıdır.
Allah'ım biraz konuşabilir miyim bağışla Konuşuyorsun sen, duymuyorum ben ah bağışla Ben de konuştum çok, çoğu boş, boşlukları doldurdum Yarım kalmış bir çay gibi soğuttum kendimi, İçime şeker attın, tatlanmadım yine Seni anlayamadım, tişört yazıları, sokak isimleri, Plaka harfleri, medet umdum tümünden, bir tıkız idrakle tıkandım, Yağmurları
İnsanı besleyen bir kainat, kainatın sahibi Allah
Ne kadar sessizsin ama ne kadar çok ses var içinde. Duygularının sesini duyuyorsun. Kalbin ne kadar sevildiğini hissediyor. Değerli olduğunu hissediyor kalbin. O'na teşekkür ediyorsun.
Sayfa 103Kitabı okudu
Reklam
Heidegger'in teknik ile teknoloji arasındaki farkı ortaya koyan bir misali var. Şöyle: Yelkenli kayık veya gemi insan yapısıdır. Suda yüzebilmesi rüzgâra bağlıdır. Tarım toplumunun adamı olan gemi sahibi tabiatla dost olmayı şiar edinmiştir. Tabiat ve insan yelkenli gemide el ele verir. Gemici rüzgârı-mevsimi-bulutu-denizi tanımak zorundadır. Bir biçimde "kâinatın kitabını" okur. Kainatın kitabını okumak farzdır. Rüzgâr müsaitse yol alır, sert ise bekler bir duldaya çekilir. Tabiata kafa tutmak, onunla savaşmak, onu yenmek kibir alâmetidir ve Hudûdullah'a aykırıdır. Buna mukabil "buharlı gemi" yelkenliye nazaran bin kat, on bin kat daha güçlüdür. "Buhar makinası" sanayi devrimini başlatan unsurların başında gelir. Onun için rüzgâr esmiş esmemiş vız gelir. Dalgaları yarar, mesafeleri aşar, yekpare zamanı delerek geçer. Haz ve hız döneminin müjdecisi olup göbeğinde "teknoloji"yi saklar ve insanoğlunun "tabiatla savaşı"ndan zaferle çıkar.
Sayfa 161Kitabı okudu
Abdullah b. Ömer şöyle demiştir: "Bir sünnete tâbi olmak isteyen kişi, ölenlerin sünnetine tâbi olsun. Muhammed'in (sallallahu aleyhi vesellem) ashâbı bu ümmetin en hayırlı, en temiz kalpli, en derin bilgili ve en az sorumluluk sahibi kimseleridir. Allah onları Peygamberʼinin (sallallahu aleyhi vesellem) arkadaşı ve dininin tebliğcisi kılmıştır. Onların ahlâklarını örnek alın ve onların yollarından gidin. Kâbe'nin Rabbi olan Allah'a andolsun ki onlar, Muhammed'in (sallallahu aleyhi vesellem) ashâbıydılar ve dosdoğru yolun üzerindeydiler. Ey insanoğlu! Bedenin dünyada, ama kalbin ve derdin âhirette olsun! Bil ki yarın ameline göre hesaba çekileceksin. Ölüm sonrası hayatın için şimdiki hayatını iyi değerlendir ki hayırlara eresin."
Prof. Dr. Mehmet Görmez bir sohbetinde şöyle ifade ediyor durumumuzu: “Yeni bir uygarlık doğdu. Sanal uygarlık. Bu uygarlık bütün katılımcılarını pasif birer seyirciye dönüştürüyor. Bu uygarlığın en büyük hareket noktası akıl değil gözdür. En büyük eylemi düşünmek değil bakmaktır. Müşahede etmek değil seyretmektir. Göz bu uygarlıkta bir nazar aracı değil bir arzu, istek, şehvet aracına dönüşüyor. Bu da beraberinde bencilliği, duyarsızlığı, doyumsuzluğu getiriyor. Şiddeti doğuruyor. Bu sanal ekran uygarlığında insan hem kendisiyle hem âlemle ilişkisini hakikat üzerine değil, suret ve görüntü üzerinden kuruyor. Bu uygarlık insan hayatında görsel idraki egemen kılıyor. Görsel idrakin egemenliği, aklın idrakini zayıflatıyor. Kalbin idrakini bir çeşit ölümle karşı karşıya bırakıyor. İnsan idrak sahibi bir varlıktır. İdrak hem mantık hem felsefe hem psikolojinin kavramıdır. İnsan kendisi dâhil dışarıdaki âlemi aklıyla ve kalbiyle idrak eder. İnsandan istenen külli bir idrakle hareket etmesidir. Aklı ve kalbiyle. Yalnız duyu organlarıyla değil. İnsan ancak böyle bir idrakle iman edebilir. Ancak böyle külli bir idrakle madde ve manayı, fizik ve metafiziği,mülk ve melekût âlemini birlikte kavrayabilir.”
Eğer bir toplumda takva sahibi müminler zuhur etmemişse o toplumun İslâmî bir nizama kavuşması muhaldir. Eğer, var ama sayıları az, denirse şurası bilinmelidir ki, ahlâk nizamı kelle sayısı ile belirlenemez. Ve kimse çıkıp takva sahiplerinin sesini kesemez.
Allah katında müminlerin en değerlisi "takva" sahibi olanlardır. Takva meslek-makam-servet-bilgi vb. gibi özelliklerin ötesinde bir seçkinlik ölçüsü asalet timsalidir. Takva sahipleri İslâm ahlâkını temsil edenlerin ta kendisidir. Onlar fazilet, basiret, cesaret, cömertlik, ibadet, sabır, şükür vb. gibi İslâm ahlâkının bütün unsurlarını taşırlar. Bu münasebetle "adalet" yani nizamın teşkili konusunda söz sahibi olmaya yetkilidirler.
1.480 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.