Ve o gün bir şey fark ederiz: "Ben tek başıma da çokluğum. Ben tek başıma da kalabalık ve kendime dostum." İşte bu fark edişten sonra asıl sevmelerimizi, asıl aşklarımızı yaşamaya başlarız. Kendimizi sevdikten sonra bir başkasına ihtiyacımız olduğu için değil, onu gerçekten sevdiğimiz için hayatımıza dahil ederiz. Ve dahil oluruz onun hayatına. Yalnız kalmaktan korktuğumuz için değil, bir başkasına ihtiyaç duyup kendimizi kandırmak için değil, hayatımızı daha keyifli kılmak ve bir başkasına da bu keyfi yaşatmak için sürdürürüz ilişkilerimizi.
“Özgür müyüz? Sizce bu yaşama hızı bizi özgürlüğe götürür mü? Her şeyin hızla olup bittiği bir dünyanın hızına ayak uydurmaya çalışmak, bazen onun bile önüne geçtiğimiz vehmiyle, yanılsamasıyla, kendimizi kandırmak bir özgürleşme işareti midir? Bu her şeye yetişme telaşı, bu her şeyi, herkesi birden ve birlikte isteme açgözlülüğü, insanın “kendi oluş”u için, olmazsa olmaz şeyler midir? Biraz dursak, yavaşlasak dünyanın dışına mı düşeriz? Velev ki dünyanın dışına düştük, ne olacak? Sahi ne olacak?
Nereye baksak karanlık, rutubet, ahlak düşkünlüğü... Ve çok açık bir şey ki, bizde tüm iyi konuşmalar, sadece ve sadece başkalarını ve kendimizi kandırmak içindir.
Hiç kimse kendisiyle ilgili bütün gerçekleri bilmeye tahammül edemez. Kendimizi unutmak, kandırmak, kendimizi kendi aklımızdan uydurduğumuz biri gibi görmek zorundayız.
''Benim tanıdığım aydınların büyük çoğunluğu hiçbir şey araştırmaz, hiçbir şey yapmaz ve şimdilik kıllarını bile kıpırdatmazlar. Kendilerini aydın diye adlandırırlar ya, hizmetçi kadını ''sen'' diye çağırır, köylülere hayvana davranır gibi davranırlar. Doğru dürüst öğrenim görmezler, ciddi hiçbir şey okumazlar, hemen hemen hiçbir şey yapmazlar, bilimin sadece sözünü ederler, sanattan pek az anlarlar. Hepsi ciddidir, hepsinin yüzünden düşen bin parçadır, ciddiyet konusunda hiçbiri burnundan kıl aldırmaz, durmaksızın felsefe yaparlar... Ama tüm bu aydınların gözleri önünde işçiler çok kötü beslenmekte, yastıksız uyumakta; tahta kurularının cirit attığı, leş kokulu, rutubetli, ahlaksızlığın hüküm sürdüğü tek göz odalarda otuz kırk kişi barınmaktadırlar. Nereye baksak karanlık, rutubet, ahlaksızlık... Ve çok açık bir şey ki, bizde tüm iyi konuşmalar, sadece ve sadece başkalarını ve kendimizi kandırmak içindir. Gösterin bana, üstünde o kadar çok ve sık çene çaldığımız çocuk yuvalarımız hani nerde? Nerede okuma salonlarımız? Sadece romanlarda rastlıyoruz bunlara. Gerçek yaşamda kırıntıları bile yok. Var olan sadece pislik, bayağılık, Asyalılık... Asık suratlardan korkarım ben, sevmem onları, ciddi konuşmalardan korkarım. En iyisi susalım!''
Sayfa 45 - Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları - TrofimovKitabı okudu
Galiba güzel günler diye bir şey bile yok. Kaldırımların bir halt bildiği yok, hiçbir devirde muhteşem falan olmadık. Olmayan şeyleri anlatıp, olmayan eski kendimizle gururlanıp, tanıdık masallarla soslayarak boktan hayatlarımızı; kendimizi ve başkalarını kandırmak konusunda çok marifetliyiz sadece hepsi bu.
Bize baktıklarında arkamızdaki duvarı gören insanlar istiyoruz çevremizde, o kadar.Kitabı okudu
Hüsrana uğratmak fiili kandırmak anlamı taşır. Hüsranımıza yaptığımız şeyle kendimizi hüsrana uğratır, hüsranımızı kendimizi kandırmak için kullanırız. Bazen onu hazza dönüştürerek ondan kaçınır ya da tatmin etmediği bariz olan hazları kendimize yuttururuz.
- Biz, başkalarının bize uygun gördüğü sözde özelliklerimizi sürekli düzene sokan, gizleyen ya da ortaya çıkaran vitrinler gibiyiz, - kendimizi kandırmak için.
Nereye baksan karanlık , ahlaksızlık ... Ve şu çok açık bir şeydir ki , bizde tüm güzel konuşmalar , sadece ve sadece başkalarını ve kendimizi kandırmak için yapılır .