Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Osmanlıca Aslı Şerh ve Açıklamaları

Amak-ı Hayal

Filibeli Ahmed Hilmi

Amak-ı Hayal Hakkında

Amak-ı Hayal konusu, istatistikler, fiyatları ve daha fazlası burada.

Hakkında

Hatıra ve roman üslubuyla kaleme alınmış bu kitap, bir edebiyat şaheseridir; iman ve maneviyat membaıdır. Yüksek derecede hikmet, irfan, bilgelik ve düşünce dersleridir. Her kelimesi bir makale kadar mana ve ibret taşıyan bir kütüphanedir. Çağımızda bütün kültürlere sel gibi saldıran moderniteyi hiciv üslubuyla değerlendiren, belli bir seviyede ifade edilmiş bir ironidir. 90 yıl önceki ilim seviyesini gösteren; bugünkü dindarların çoğunun bilim ve düşüncede Ortaçağın skolâstik felsefesi seviyesinde kaldıklarını bildiren bir belgedir. Bir felsefe manifestosudur. 200 yıldır yaşadığımız kültürel mağlubiyetimizin güzellikle alınmış bir intikamıdır. Kitabın asaleti bozulmasın diye, matbaa hataları dışında hiçbir şeye dokunmadık. Sadece Osmanlıca kelimelerin manalarını parantez içinde gösterdik; şiirleri, orijinalleriyle birlikte bugünkü dile çevirdik. Ayrıca her kısmın sonunda, anlatılmak istenilen manaları, ilmî ve edebî anahtar kavramları gücümüz nispetinde açıklamaya çalıştık. Maalesef, böyle temel bir eser ile ilgili çalışmalar bu şekilde yapılmadığından ve kitabı sadeleştirenler, çoğu yerde müellifin ne dediğini anlamadıklarından dolayı, milyonlar satan bu kitap hayali, sürrealist, kötü bir roman olarak okunmuş; en kötü bir Batı romanı kadar bile toplumda tesir icra etmemiştir. Maalesef Batıdan yapılan tercümelerin çoğu, asılları kadar güzel üsluplar gösterdiği halde, bu milletin 700 sene öz dili olan Osmanlıcadan sağlıklı bir sadeleştirme bile yapılamıyor. İşte ağlanılacak nokta asıl burasıdır! Kitabın üslubundan ve müellifin diğer kitap ve makalelerinden anlaşılan odur ki; Filibeli Ahmed Hilmi Bey, bu gerçeklerin çoğunu veya benzerlerini bizzat yaşamıştır. Kitabın ismine gelince; hayal soyut bir manayı veya gerçeği görüntü şeklinde tasvir ve temsil etme duyumuz demektir. Kelimenin etimolojik yönü, çok güzel atlar kafilesinin insanın gözü önünden geçmesi manasına gelir. Duru görüş denilen, veli insanların keşifleri de bu hayal duygusunun biraz daha fazla gelişmesidir. Bu büyük zatlar, çok önemli, derin ve soyut manaları, hayal duygusu ile somut nesne ve olaylar olarak görürler. Normal insanların rüyada gördüğü gibi.. Nitekim bazı dinî kitaplarda keşfin ismi rüyettir. Rüyet somut görüş demektir. Âmak-ı Hayal ise hayal, keşif ve rüyetin en derin ve gerçek şekilleri demektir. Evet, Ahmed Hilmi Bey bu kitabında bine yakın soyut ve manevî gerçeklerin fotoğrafını çekmiştir; tasvirini yazmıştır; o manevî ve soyut gerçekleri bizzat hayatında yaşamıştır. Mantık ilmine göre soyut ile somut, mahiyet ile hüviyet birleşirse hakikat ortaya çıkar. Demek bu kitap hakikatin en yüksek seviyede ifadesidir. Cenab-ı Hakk, müellifine saadet içinde sonsuz, ebedî bir hayat yaşatsın.
Tahmini Okuma Süresi: 8 sa. 10 dk.Sayfa Sayısı: 288Basım Tarihi: Haziran 2011İlk Yayın Tarihi: 1910Yayınevi: Kitsan Basım Yayın
ISBN: 9786055971052Ülke: TürkiyeDil: TürkçeFormat: Karton kapak
Reklam

Kitap İstatistikleri

Kitabın okur profili

Kadın% 67.8
Erkek% 32.2
0-12 Yaş
13-17 Yaş
18-24 Yaş
25-34 Yaş
35-44 Yaş
45-54 Yaş
55-64 Yaş
65+ Yaş

Yazar Hakkında

Filibeli Ahmed Hilmi
Filibeli Ahmed HilmiYazar · 28 kitap
Materyalizme karşı spiritüalizmi (tinselcilik) savunarak gelenekteki kelami düşünceden felsefeye geçişi temsil eden II. Meşrutiyet dönemi Osmanlı felsefecisi Filibeli Ahmet Hilmi, 1865'de Filibe'de doğdu, 1914'de İstanbul'da öldü. İlköğrenimini Filibe'de yaptıktan sonra, bir süre Filibe Müftüsü'nden Arapça ve temel İslâm bilimleri eğitimi aldı. Daha sonra İstanbul'a gelerek Galatasaray Mektebi'ni bitirdi. 1890 yılında Düyûn-ı Umûmiyye İdaresi'nde çalışmaya başladı. Bu idare tarafından memur olarak Beyrut'a gönderildi ancak siyasi nedenlerden Mısır'a geçti. Burada Terakki-i Osmani Cemiyeti'ne girmiş; bir de "Çaylak" adlı bir mizah gazetesi çıkarmıştır. 1901'de İstanbul'a dönse de bir jurnal üzerine Fizan'a sürüldü. Orada da araştırmalarını sürdürmüş, tasavvufla ilgilenmiştir. Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul'a dönerek Darülfünun'da felsefe dersleri verdi. Aynı zamanda 1908'de "İttihâd-ı İslâm" adlı haftalık bir gazete çıkarmaya başladı ve buna 1910'da haftalık "Hikmet" gazetesi dergisini çıkarmayı da ekledi. Bir yıl sonra günlük olarak yayımlamaya başladığı Hikmet gazetesi İttihat ve Terakki hükümetini eleştiren yazıları üzerine defalarca kapatılsa da Mübahese, Coşkun Kalender, Münakaşa, Kanat ve Nimet adlarında kısa süreli gazete / dergiler çıkararak yayıncılığa devam etti. Ayrıca İkdam ve Yeni Tasvir-i Efkâr gazetelerinde, Sırât-ı Müstakim ve Şehbâl dergilerinde yazılar yayımladı. Ahmet Hilmi; Baha Tevfik, Abdullah Cevdet ve Celâl Nuri'nin hemen hiçbir eleştirel süzgeçten geçirmeden Batı'dan Osmanlı toplumuna aktardıkları materyalist görüşlere ortaçağ mantığıyla ve geleneksel bilgilerle cevap verilemeyeceğini, bu görüşlerin ancak Batı'da yeni ortaya çıkan bilimsel bilgilere dayanan bir felsefe ile çürütülebileceğini ileri sürer. Bu bakımdan Ahmet Hilmi'de gelenekteki felsefeye karşı tutumun değişerek, felsefi düşüncenin kültürel değerlere uygun hale getirilmesiyle haklılaştırılması gibi oldukça önemli bir gelişme görülür. Bu gelişmede artık felsefe, "niçin" sorusunu sorarak varlığın temel sebeplerini anlamaya yönelen insanlığın zorunlu bir düşünce faaliyeti, bir ihtiyaç olarak algılanmaktadır. Ahmet Hilmi'nin felsefeye karşı tutumu, bir yandan geleneksel felsefe karşıtı düşünceden ayrılırken, öte yandan bu tutum Tanrı'nın varlığı, ruhun maddeden ayrılığı gibi materyalist felsefenin karşı çıktığı İslam'ın temel inançlarının savunulmasında haklılaştırma aracı olarak kullanıldığı için gelenekteki "ilim" ve "hikmet" anlayışına dönülmüş olmaktadır. Gerçekten de onun amacı doğrudan doğruya felsefe yapmak değildir. O tipik bir İslamcı düşünür olarak, II. Meşrutiyet'te Baha Tevfik ve Celal Nuri gibi materyalistlerin İslam'ın temel inançlarıyla çatıştığını ileri sürdüğü görüşlerinin toplumda yaratacağı manevi çöküntüye karşı, onları Batı'daki bilimsel gelişmelere ve yeni felsefi yaklaşımlara dayanarak çürütüp bu tehlikeyi savuşturmak amacındadır. Bu amacını “Allah'ı İnkar Mümkün mü? Yahut Huzur-ı Fende Mesâik-i Küfür / Bilim Karşısında İnkarcı Doktrinler” adlı eserinin önsözünde açıkça belirtir. Kaldı ki yayınladığı haftalık Hikmet ve aynı adı taşıyan günlük gazetede, misyonu açısından, doğrudan felsefeye değil, İslâmcı akımın eğildiği sosyal-politik konulara ağırlık verilmiştir. Ayrıca bu ve diğer neşrettiği yayınların adlarındaki vurgunun da felsefeye değil "hikmet"e olması anlamlıdır. Bununla birlikte onun özellikle Celal Nuri'nin Tarih-i İstikbâl I / Mesâil-i Fikrîye (Geleceğin Tarihi I - Fikri Problemler, 1913) adlı eserinde Büchner'den aktarılan materyalist görüşleri eleştiren “Huzur-t Akl ü Fende Maddfîyyûn Meslek-i Dalâleti / Akıl ve Bilim Karşısında Sapkınlık Doktrini Olarak Materyalizm” adlı eseri, felsefi tartışmanın güzel bir örneğidir. Bu eserinde bilimsel olduğunu iddia eden Büchner'in biyolojik materyalizminin dayandığı "madde" ve "kuvvet" kavramları etrafındaki temel görüşlerin, Batı'da yeni gelişen fizik, kimya gibi pozitif bilimlerdeki yeni bilgilere aykırı olduğunu; materyalizmin, metafizik düşünceye tamamen karşı olduğu halde, bilimin sahasından çıkıp metafizik ve spekülasyon yaptığını ileri sürer. Ahmet Hilmi, batılılaşma süreciyle birlikte Osmanlı aydınında gittikçe daha baskın olarak ortaya çıkan bilimin kesinliğine ve değerine olan metafizik ve hatta bir tür dinsel inanma ve kabullenme olgusundan oldukça farklı yeni bir bilim anlayışını Türk düşüncesine ilk kez getirenlerden biri olmasıyla Türkiye'de "bilim felsefesinin öncüsü" durumundadır. Hatta Türk düşüncesinde bilim felsefesinin önemli bir boş saha olduğunu belirterek bundan yakınır. Celal Nuri'nin "Hakikate ulaşmak için bir tek aracımız vardır: Bilim" görüşünü, "Acaba hakikat nedir?", "Hakikatin ölçüsü nedir?" ve "Bilim ne demektir ve değeri nedir?" sorularıyla epistemolojik (bilgi kuramsal) planda sorgulayan Ahmet Hilmi; Henri Poincare ve Emile Boutroux'un eserlerine dayanarak bilimin aslında varsayımlara dayandığını, bu yüzden de değerinin göreli olduğunu, araştırma ve inceleme sonsuz olduğundan bilimin hiçbir zaman son sözü söylememiş bulunduğunu, o günlerde değişmez prensip olarak kabul edilen bazı fizik kanunlarının bile temellerinin sarsıldığını vurgular. Ahmet Hilmi, materyalizmin ruhu beynin fonksiyonları olarak ele alan görüşünü reddeder. Ona göre bedenden bağımsız ve mahiyetçe ondan ayrı bir ruh vardır, ayrıca ruhun bedenin ölümünden sonra dağılmayarak hayatına devam etmesi fikri akla aykırı ve çelişik değildir. Yine ona göre ebedilik, ezelilik, sonsuz alemler ve Tanrı hakkında, deneyin alanına girmedikleri için, bilimle değil, ancak metafizik yaparak hükümler verilebilir. Bu gibi deney dışı fikirlerin değeri, akıl kuralları ve ortak duyu ile ölçülebilir. Bu görüşleriyle spiritüalizmin temel görüşlerinin materyalizme karşı ancak metafizik yoluyla ortaya konulabileceğini ileri sürmektedir. O kendi felsefi mesleğini "Vahdet-i Vücûd" (A'mak-ı Hayâl -Hayalin Derinlikleri- adlı eseri, İslâm panteizmi olan bu tasavvuf felsefesini dile getiren bir romandır) olarak açıklamışsa da Darülfünun'da verdiği "Hangi Meslek-i Felsefeyi Kabul Etmeliyiz?" adlı konferansında öğrencilere, mevcut felsefi doktrinlerin hepsinin bazı yanlış varsayımlara dayandığından ve hiçbirisi mutlak olarak bütün hakikatleri tek başına bünyesinde toplayamadığından felsefe ve ahlâkta, her doktrinin taşıdığı doğru fikirleri seçici bir anlayışla alarak oluşturulacak eklektik bir yaklaşımı önerir. Özellikle bilimsel, teknolojik ve ekonomik alanlarda İslâm dünyasının Batı'ya karşı gerilemesiyle XIX. yüzyılın son çeyreğinden itibaren İslam'ın temel görüşlerini yeni bir sosyal-politik pratiğin oluşturulmasında referans kaynağı olarak yeniden yorumlayan İslâmcı aydınlardan biri olan Ahmet Hilmi, geleneği sorgulayan modernist bir düşünürdür. Bu açıdan İslâm medeniyetindeki kültür ve düşünce hareketleri ile sorunlarını ele aldığı Tarih-i İslâm (İslam Tarihi) adlı eseri dikkat çekicidir.