Zweig ustadan yine şahane bir uzun öykü.
Sonu merakla beklenen müthiş bir hikâye, sade/sıkmayan bir dil, mükemmel duygusal tasvirler. Hülasa, bir kitapta olması gereken her şey öz bir şekilde bu öyküde var.
Hikâye, Hindistan’da Hollanda hükümeti adına paralı doktorluk yapan Alman bir hekimin kendisine yardıma gelen bir kadına yapmadığı yardımdan duyduğu pişmanlık üzerine inşa edilmiş.
İsmi de çok ilginç ve öyküyle bir o kadar uyumlu.
Amok koşusu bir hastalık. Yazarın kendi ağzından:
“Evet Amok, Şöyle oluyor: Bir Malezyalı, herhangi bir sıradan, kendi halinde adam içkisini içiyor... Ruhsuz, ilgisiz, donuk bir biçimde oturuyor oracıkta... Tıpkı benim odamda oturduğum gibi... Sonra ansızın ayağa fırlıyor, hançerini kapıyor, sokağa fırlıyor... Dosdoğru koşuyor, dosdoğru... Nereye gittiğini bilmeden... Yoluna ne çıkarsa, insan olsun hayvan olsun hançerini saplıyor, akan kan onu daha da çıldırtıyor... Ağzı köpürüyor, kudurmuş gibi uluyor... Ama koşuyor, koşuyor, koşuyor, ne sağa bakıyor ne sola, acı acı haykırarak, elinde kanlı hançeriyle korkunç koşusunu sürdürüyor... Köylerdeki insanlar bu Amok koşucusunu hiçbir gücün durduramayacağını bilirler... O gelirken uyarmak için 'Amok! Amok!' diye haykırırlar ve herkes kaçışır... Ama o bunları hiç duymadan koşar, hiç duymadan koşar, görmeden koşar, önüne çıkanı devirir.. Sonunda kuduz bir köpeği vururcasına vurup öldürürler onu ya da ağzından köpükler çıkararak yere yığılıp kalır...”