“Unutanlar kurtuluyor mu, yoksa sadece siliniyor mu?”
Mehmet Eroğlu’yla Düş Kırgınları sayesinde tanıştım. Roman, sadece geçmişin yükünü taşıyan bir adamın değil, bir kuşağın, bir ülkenin ve bir vicdanın hikayesi. Başkahraman Kuzey Erkil’in yaşamı, 68 kuşağının ideallerinden 12 Eylül’ün karanlığına, oradan günümüze taşan bir yalnızlık ve sorgulama sürecine dönüşüyor. Zamanın içinde üç ayrı dönemle örülmüş bu kurgu, geçmişe sığınmaktan çok, geçmişle hesaplaşmanın ne kadar yakıcı olabileceğini gösteriyor.
Kuzey, sadece bir politik figür değil; aynı zamanda bir baba, bir aşık, bir oğul ve en çok da bir “unutan.” Ama unutmak, onda bir tercih değil, hayatta kalma refleksi. Kitap boyunca insan ilişkileri, aidiyet duygusu, ihanete uğramak ve ihanet etmek arasındaki o ince sınır ustalıkla işleniyor.
Eroğlu’nun dili sade ama yoğun, kurgusu şiirsel ama sert. Romandaki atmosfer, her satırda okuyucuyu içine çeken bir melankoliye sahip. Bu kolay bir kitap değil; çünkü okuru sadece düşünmeye değil, hissetmeye ve yüzleşmeye de zorluyor. Özellikle kendi yaşamında kırılma noktaları yaşamış biriysen, bu kitap sana dokunmadan geçmiyor.
Romanı bitirdiğinde geriye şu kalıyor: Her düş kırıklığı biraz da kendine duyulan öfkenin sesi. Ve bazen, hiçbir devrim bir insanın içindeki boşluğu dolduramıyor.