Bir amaç daha ekledim hayatıma, Hollanda’ya gitmek, Spinoza’nın kütüphanesinde gezinmek, mezarı yerine geçen anıtı ziyaret etmek ve onun soluduğu havayı solumak yürüdüğü sokaklarda yürümek..
Bir gün farklı bir evrende, insanlar insanları dinleri yüzünden ayrıştırmayacak.
(Tanrı her daim var olmalı çünkü bir şeylere tutunmaya ihtiyacımız var.)Ama din yüzünden ölüm olmayacak, dışlama, ötekileştirme, yok etme olmayacak. İnsanlar sadece kişilikleri ve karakterleriyle kabul edilecek veya eleştirilecek. Mantık sağduyu ve duygular egemen olacak. Duyguları ben ekledim. Benim evrenim ya bu..
Evet mantık önemli ama insan kalabilmek için duygular olmalı..
Duygusallık yorucu evet, ama bir o kadar insancıl. Bence hayatın anlamı hissetmekten geçiyor, bir şeyleri hissedip deneyimlemeden yaşamış saymıyorum, kendimi de yaşıyor saymıyorum..
Bu dünyada imkansız belki ama başka bir evren, benim düşlediğim olmasını istediğim.. Bu fikre tutunuyorum ve benim de hayatta kalma yöntemim bu. Kendini kandırmak mı? Kim kendini bir şekilde kandırmadan hayatına devam edebiliyor ki? Yapmayın.. Dürüst olalım en azından kendimize karşı.
Bu, incelemeden çok kitabın hissettirdikleriyle alakalı bir yazı oldu. Konusunu her yerden bulup okuyabilirsiniz nasılsa.
Felsefe, psikoloji ve tarihin iç içe geçtiği, geçmişte yaşamış iki önemli karakterin bir şekilde ortak noktaları üzerine kurulan ve felsefik düşüncelerin sadeleştirilerek anlatıldığı enfes bir kitap.
Buraya kadar geldiyseniz teşekkür ederim canım okur.
Spinoza ile bitirmek istiyorum..
“Lütfen, Tanrı’yı kendi tarzımda sevmeme izin ver.”