Yunus Emre, Fuzulî, Nedîm, Şemseddin Sami, Ömer Seyfettin, Fuad Köprülü, Yahya Kemal Beyatlı ve daha saymadığım nicesi... Bunların yanında 2. Murad'dan 2. Abdülhamid'e ve Mustafa Kemal Atatürk'e kadar gelen bir süreç. Hepsinin ortak bir derdi var: Türkçe.
Anlaşılmaktadır ki, dil sadece bugün değil, tarihin pek çok döneminde tehdit altında kalmıştır. Kitap bize geçmişten günümüze bu tehditleri ve bunun sonucunda Türkçe'nin nasıl müdafaa edildiğini, günümüzde de nasıl edilmesi gerektiğini öğretiyor. Dilimizin kıymetini, zenginliğini örneklerle açıklıyor. Öyle ki türkçeleşmiş bir sözden onlarca anlam ve deyimin dilimizde yer ettiğini, bir sözcüğü kaybetmenin sonucunda dilimizden onlarca ifadenin eksileceğini anlıyoruz. Türkçe'nin inceliğine, zarafetine, anlam zenginliğine tanıklık ediyoruz.
Tarihçilerin, dilcilerin, yazarların, şairlerin Türkçe için mücadeleleri; Mustafa Kemal Atatürk'ün hastalıklarla sürdürdüğü son 3 yılını Güneş-Dil Teorisi ile geçirdiği unutulmamalıdır.
Bizler unutmamamız gereken her şeyi unuttuk. Kavramların, değerlerin içini boşalttık.
"Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir."
Anlıyor muyuz gerçekten, hissediyor muyuz?