Yazdıklarımı okuduktan sonra beni takip etmeyi bırakacak, tedavi olmamı önerecek ve engelleyecek okurlar olacaktır mümkün müdür? Evet hem de çok mümkün :)
Deliliğin aşamaları, rütbeleri dönem dönem değişen ünvanları vardır. İnanmıyor musunuz? Benim yaşadığım yıllarda karşılaştığım olaylara verdiğim tepkileri anlattığım zaman farklı yıllarda
İçerisinde bulunan sekiz öyküden oluşan tek kitabıyla şahsi kanaatime göre Türk edebiyatında Oğuz Atay öykücülüğü olarak yeni bir öykü tarzı oluşturdu. İletişimsizlik, yabancılaşma gibi konular daha önce birçok öykü kitabında işlenmiş olsa da Oğuz Atay bu temalara çok dürüst bir kendiyle hesaplaşma tavrı ekleyip teknik olarak da ironiyi
Alexandre Cabanel'in "Düşmüş Melek" tablosu, 19. Yüzyıl sanat tarihindeki romantik ve sembolist akımların izlerini taşıyan en etkileyici tablolardan biridir. Burada melek (Şeytan) cennetten düşmüştür. Figürün yüzündeki hüzünlü ifadesi yalnızlığı, sürgünü ve melankoliyi temsil eder ki zaten bakışlarıdaki derinlik aklımızda yer etmeye yeterlidir. Figür, yarı insan yarı ilahi varlık olarak tasvir edilmiştir bu da insanın içindeki iyi ve kötünün çatışmasını temsil eder. Eser kompozisyon, renk kullanımı, özellikle de tablodaki anatomi ve ince detaylar açısından muhteşemdir. Benim sanat tarihinde belki de en sevdiğim ve kendime yakın hissettiğim tablodur. Orantısını ve rengiyle biraz oynayarak kapak fotoğrafım olarak ayarladım fakat bir çok kişinin daha kapak fotoğrafında kendi ayarladığım şekliyle gördüm :) En azından neyi temsil ettiği bilinerek kullanılsın. Ancak bu platformda bile kopyalanmış olmak egomu okşadı açıkçası.
Ruhu yerinden oynatan cümleler kuran, mühim düşünürlerimizdendir İsmet Özel ve Sezai Karakoç. Yazdıkları belki filizlendi, belki filizlenecek. Meyve vermedikçe nazara gelmeyecekler.
"Amentü" inanmak demekti. Bu kitapla beraber diriliş eri olmamak için hiçbir sebep göremedim kendimde ve arkadaşlarımda.
Sezai Hoca, hakkım zannettiğim
Yazmaya 13 yaşında başlamıştım, Türkçe öğretmenimin ön ayak olduğu bu serüven bir kompozisyon ödevi ile başlamıştı, yaz tatilimizin nasıl geçtiğini anlatan bir kompozisyon yazacaktık, tüm sınıfa bu ödev vermişti fakat çoğu arkadaşım unutmuştu ya da bir kaç cümlelik anlatımlarla geçiştirmişti. Bende bir şeyler yazmış ödevimi teslim etmiştim. Ertesi gün büyük bir heyecanla sınıfa giren Esra öğretmen, gözlerinde parlayan ferle derse başladı. Tüm kompozisyonları okumuş ve aralarından 3 tanesini beğenmişti, çok geçmeden bir tanesini eline alıp okumaya başladı,
“İki Mısır tarlasının arasından bir yılan edasıyla kıvrılıp giden toprak yol, beni en sevdiğim yere götürüyor…” diye başladı okumaya ve göz göze gelmiştik tüm kompozisyonu okuduktan sonra, bunu yazanın ben olduğunu sınıfa ilan etmişti. O an çok heyecanlanmıştım, ilk kitabım basılmış okuyucularıyla buluşmuş gibi tüm sınıf beni alkışlıyordu. Esra öğretmen ise bana sınıfın gizli forveti lakabını takmıştı. İşte o gün hem öğretmenimin hemde arkadaşlarımın takdiri ve desteğiyle yazmayı ve hayal dünyamdaki yaratımları kurgulayıp kağıda dökmeyi sevmiştim :)
Geçenlerde fark ettim; durup düşününce, durmaya düşünmeye vakit ayırınca fark ettim. Öğretmenliğe başlayalı 20 yıl olmuş. Ne okullardan geçmiş, ne öğrencilerle ders yapmışım. Saçlarıma kırağılar düşmüş, geleceğe dair hayaller kurmak yerine bir kaç güzel hatıraya sığınır olmuşum. “Haydi anlat bakalım şu 20 yılı" deseler, bir kompozisyon yazacak kadar bile hatıram yok. Hayatın en güzel günler metruk bir Manastır gibi yıkık dökük kalmış.
Faruk Nafiz “Han Duvarları” nı Ulukışla yolundan Orta Anadolu’ya giderken bir kaç günlük süreçte yazmıştı. İnsan bunu duyunca yaşadığı -af edersiniz- yaşamadığı günlere hayıflanıyor.
Artık hiçbirimizin durup düşüneceği vakti kalmadı. Ruhumuzu daha hızlı bir dünyaya sattık. Hayat öyle hızlı ki bir kaç gün geriden takip etseniz taşradan gelen yaşlı köylü ilk kez geldiği bir şehirde kendini nasıl ürkek hissediyorsa siz de öyle kalıveriyorsunuz. Tanımayanlar "Yazık garibe." deyip yüzünüze selam ruhunuza huzur vermeden geçip gidiyorlar.
Oysa güzellikler, onları seyretmek için duranlara ancak bir şeyler söyler. Sesini duyanlara konuşur.
Modern hayat bizi bir hız yarışının içine çekti, öyle ağır bedeller ödetiyor ki... Koşarken anlamıyoruz ne kadar ücret ödediğimizi. Cebimize sıkıştırılan bir kaç lira hakikati perdelemeye yetiyor.
Kemal Hoca: “Yavaşla, çünkü bu hayattan yalnız bir kez geçeceksiniz.” Diyor. Bu konuda söyleyeceği daha çok şey var...
Orada, dağın yamacında büyük bir domuz sürüsü yayılıyordu ve cinler domuzların içine girmelerine izin vermesi için ona yalvardılar. O da onlara izin verdi. Adamdan çıkan cinler domuzların içine girdiler ve cinler sürüyü sarp göl kıyısına sürüp götürdü, göle atlayan sürü burada boğuldu. Bütün bunları gören çobanlar, gördüklerini köyde, kentte
FaustusYolculuğundaSonDurak
THOMAS MANN, 1875'te Almanya'da doğdu. 1898'de yayımladığı ve Der kleine Herr Friedemann (Küçük Friedemann) adı altında topladığı ilk öykülerinde, daha çok Schopenhauer ve Nietzsche ile Wagner'in etkisi altında kalarak sanatçının yaratma sorununa odaklanmıştı. Bu ilk öykülerinin, 1901'de
18.yüzyılda yaşamış olan ünlü Fransız düşünür ve yazar Voltaire, öğrencilik yıllarında bir edebiyat dersindeyken sınıfa bir eşek girer. Öğrenciler, eşeği döverek sınıftan çıkarmaya çalışırken, edebiyat hocası bu durumu fırsat bilip herkesin eşekle ilgili bir kompozisyon yazmasını ister. Voltaire kağıda yalnızca İncil'den bir ayet yazar ve sınıfın en yüksek notunu alır. Voltaire'in kağıda yazdığı ayet şöyledir: "O kendinden olanların arasına girdi, fakat kendinden olanlar onu kabul etmedi."