Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Kök yerinde ağırdır...
Bir Rum arkadaşıma sevimli bir kız soruyor: Bir Rum evinden gelen bir tepsi musakkaya karşılık annenin gönderdiği bir Anadolu mantısı ya da bir Ermeni evinden gelen midye dolma ve buna karşılık bir koca tabak baklava. “Biz İstanbul’ a 1984’te geldik. Siz ne zaman geldiniz?” Arkadaşım sakince cevaplıyor “3000 yıl önce.” Bu hayatın bizim gibi
88 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Ece Apaydın’ın “Ben Salome”si üzerine…
Ece Apaydın postmodern bir şair. Sözcüğü gerçeği anlatmak için kullanmıyor, bir gerçek yaratmak için kullanıyor. Dilin olanaklarını sınırsızlaştırıp bu sınırsızlıkta şiirini büyütmüştür. Bir şiirin inine hemen ulaşmak şiiri cazibeli kılmıyor. Şiir kendisini hemen okura teslim etmemesi gerekir. Şair okura zorluk çıkarmalı, kuru ve açık bir
Ben Salome
Ben SalomeEce Apaydın · Artshop Yayıncılık · 20171 okunma
Reklam
"Gerçekten de, Bogomil'lerde zamâne işi saç kesimi bile görülmez; sapkınlıkları, [keşiş giysisi benzeri] aba ve kukuleta altında gizlidir. Bogomil, ağırbaşlı görünüştedir, giysisinin boynu, burnuna kadar gelir [kesinlikle açık saçık giyinmez]; önüne eği lerek yürür gözü önündedir, fellik fellik ortalığı kolaçan etmez] ve ağzının içiyle konuşur o kadar alçak sesle ki, dudağı bile kımıldamaz): Ama içyüzünde, yabani bir kurttur..."
Limonata, lavanta, piyata, kukuleta gibi lokanta kelimesi de dilimize İtalyancadan, yani Venedikliler ve Cenevizlilerden gelmiş, kökleşip kalmış, hâlâ da duruyor.
Sayfa 39 - Can Yayınları
Muhtar...
Keşan müftüsü izah etti, "Noel baba dürüst adam olsaydı, bacadan değil, kapıdan girerdi" dedi. Aslında... Dolaptan girdi. Buzdolabından! Hıristiyan filan diyorlar ama, Papa dahil, kimsenin umurunda değildi. Taaa ki , 1930'a kadar... Amerikan zekası Coca Cola, günde 9 milyon şişe satıyor, ne yapsak da daha fazla satsak diye kafa
Sayfa 200 - Kırmızı Kedi Yayınevi, 2016Kitabı okudu
O bir savaş muhabiriydi. Tankların korumasında, ABD birliklerine eklemlenmiş kuzeye doğru çıkarlarken içinden geçtikleri yakılıp yıkılmış yoksul bir köyde, etrafı dikenli tellerle ve ağır silahlı Amerikan askerleriyle çevrili tutsakları görmeseydi, birkaç iyi kare yakalama hırsıyla -sevilme, beğenilme, başarma güdüsüyle demek daha mı doğruydu- zar
Reklam
Engizisyon sisteminin en korkunç yönü bu. Kimse ne sebepten suçlandığını bilmiyor ve öğrenemiyor. Bu yüzden daha kendini suçlamadan önce de müebbet hapis, yakılma ya da sanbenito (önünde ve arkasında Hacı Andreas'ın alevler ve şeytanların resimleri olan, hafif suçlulara giydirilen beyaz keten bir gömlek. Yakılanlar bunun üstüne bir de yüksek sivri kukuleta giyiyorlardı) cezası almış oluyor.
Sayfa 375Kitabı okudu
İşkence yapanlar kimler? Beş tane sadist, on tane manyak, on beş tane klinik vaka mı? Hayır, işkence yapanlar iyi aile babası insanlar. Memurlar mesailerini tamamladıktan sonra akşam evde çocuklarıyla birlikte televizyon seyrediyorlar. Makine onlara etkili olanın iyi olduğunu öğretiyor. İşkence gayet etkili: bilgi kopartıyor, bilinçleri dağıtıyor, korku yayıyor. Gizli ayincilerinkinin benzeri bir suç ortaklığı doğuyor ve gelişiyor. İşkence yapmayan işkenceye maruz kalır. Makine ne masumları ne de tanıkları kabul eder. Kim inkâr edebilir? Kim ellerini temiz tutabilir? Küçük dişli ilk seferinde kusar. İkinci seferde dişlerini sıkar. Üçüncüde alışır ve görevini yerine getirir. Zaman geçer ve dişlinin tekerciği makinenin dilini konuşmaya başlar: kukuleta, sopa, elektrik, denizaltı, kelepçe, askı. Makine disiplin ister. En yeteneklileri en sonunda bu işten zevk almaya başlarlar. Eğer işkenceciler hasta kişiliklerse, onları doğuran sisteme ne diyeceğiz?
Bayıldım Uğur Yücel'in söyleşisine... Bir Rum arkadaşıma sevimli bir kız soruyor: “Biz İstanbul’ a 1984’te geldik. Siz ne zaman geldiniz?” Arkadaşım sakince cevaplıyor “3000 yıl önce.” Bu hayatın bizim gibi farkına varmadılar, bunun hazzını çıkaramadılar. Bir Rum evinden gelen bir tepsi musakkaya karşılık annenin gönderdiği bir Anadolu
Balıkçıların bir çoğunun iri ve sivri bir burnu vardı. Başlarında kukuleta gibi külah takılıydı. Ayaklarına uzun, lastik çizmeler giymişlerdi. Elleri ise ağ atmaktan ve deniz suyundan nasır tutmuştu.
Sayfa 45 - 5 Renk YayıneviKitabı okudu
Reklam
Medeniyetin tarihi iyiden iyiye araştırılacak olursa görülür ki insanlar, şemsiyeyi çadır devrini geçirdikten sonra kullanmaya başlamışlardır. O hâlde, bu aletin yine sıcak ülkelerden çıktığı şüphesizdir. Bu tarihi hakikatin kılavuzluğu ile dahi anlaşılıyor ki kadın şemsiyeleri, erkek şemsiyelerinden sonra icat edilmiştir. Çünkü kadınlarınki, şemsiye ve yağmurlukların gördüğü hizmeti yapmakla yetinmeyip, ayrıca süse de yararlar. İpekli mendil, adi mendil, çuval, şal, kukuleta, başlık, şemsiyenin elde ta- şınmasından ileri gelen yorgunluğu defetmek için bulunmuş ise, pek ziyade akıllıca düşünülmüş demektir.
Sayfa 174 - Elips KitapKitabı okudu
312 syf.
·
Puan vermedi
Kurgusu hayri kukuleta, üslubu yalınayak idi...
Şimdi bu kitap postmodern değil de nedir? Belki de değildir. Anlamsız üslubu içinizi gıcıklayacak (aynen böyle) şehrinizin saçma sapan mimarisini beğenmenize neden olabilecek, en anlamsız fiilinizi anlamlandıracak; anlam büyüsü gibi, İstanbul gibi bir kitap. Çok zekice düşünülmüş bir kurgusu olmasının yanı sıra üslubu ( usülsüz üslubu, hiç abartmıyorum) nedeniyle kilit cümlelerin araya kaynaması an meselesiymiş (ya da harf). Roman, romanlara ve hayata dair çok önemli konulara değiniyor ama konular yazarın üslubu nedeniyle alelade şeyler olarak, zıpır bir biçimde işleniyor. Bu da günümüz okuruna biraz dokunabilir. Çünkü bize duygularımızla oynayan çarpıcı, tokatlayıcı ve sadist bir şeyler lazım. Ağlatsın, sevindirsin ve öfkelendirsin falan filan... Ama böyle bu kadar saygılı olmasın bize karşı; seviyesiz ve asi (it, köpek) bir roman olsun. Pardon yani. Aslında kısaca özetlemek gerekirse: kitapta karakterler ve ne olup bittiği ana hatları haricinde çok da etkileyici değildi fakat kurguya ve varoluşumuza dair sorgulattığı meseleler muazzamdı. Kitap bitince geriye aklımızdaki varoluş meselesine dair ne varsa baştan başa sarsacak bir şeyler kalıyor. Ya da kalmıyor ben öyle sanıyorum. Postmodern bu demek değil mi işte? Belki de değildir, bilemiyorum. Dönem, ismini benden alıyor zaten...
Afili Hafiye
Afili HafiyeMurat Menteş · Alfa Yayınları · 2023763 okunma
82 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.