Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
“Gün dönerdi, benzi solardı kahkahamın kapardım kapımı gevşeyen bir yanımla ve her gece yatağımda bir engerek bulmanın süreğen iğrentisiyle dolardım, sesim öylece - Kusmuk Gibi - kalırdı ağzımda.”
Kim bilir kaç kez, gece yarısı bir trene binmenin düşünü kurdum. Hep aynı düş. Sigara dumanı ve hela kokusuyla, havası iyice bozulmuş bir gece treni. Öyle kalabalık ki, ayakta duracak yer bile yok. Oturacak yerlerin hepsinde kusmuk, kurumuş, sertleşmiş. Tek yapabileceğim, istasyonda kalkıp trenden inmekti. Ama indiğim yer, istasyon değildi. Hiçbir yerinde tek bir ev ışığı görünmeyen, sadece açık bir alan. İstasyon şefi yok, saat yok, tren tarifesi yok, hiçbir şey yok; düş böylece sürüp gidiyordu.
Reklam
İşçilerin yaşadığı dış mahallenin dumanı ve yağ kokusu içinde, fabrikanın düdüğü her gün böğürüp titreşirdi. Asık suratlı, kasları hâlâ yorgun insanlar, ürkütülmüş hamamböcekleri gibi telâşla dışarı fırlardı kül rengi evlerden. Alacakaranlığın soğuğu içinde, kaldırımsız sokaklardan, vıcık vıcık kara pencereleriyle sakin ve kayıtsız bekleyen yüksek taş binaya doru giderlerdi. Adımları şaklardı çirkefte. Uykulu, boğuk haykırışlar karşılardı onları, kötü küfürler savrulurdu. Sonra makinelerin boğuk gürültüsü, istimin homurtusu işitilirdi. Asık suratlı kâra bacalar, mahallenin üstüne kaldırılmış kalın sopalar gibi gökyüzüne doğruyükselirdi. Akşam olup da batan güneşin kızıl ışınları pencere camlarını tutuşturunca, fabrikanın taş karnı kusmuk gibi dışarı atardı öğüttüğü insanları, ve yüzleri isten kararmış işçiler aç insanlara özgü parlak dişlerini göstererek yeniden sokaklara dolar, ortalığa makine yağı kokuları yayarlardı ekşi ekşi. Artık sesler canlı ve hatta neşeli çıkardı, çünkü forsalık o gün için son bulmuştu, evde akşam yemeği yiyip dinleneceklerdi.
Dün gece kendimi pek yüce duymuş olmamdan tiksiniyorum asıl. Yirmi yaşındayken kafayı çeker, sonra Descartes gibi bir adam olduğumu ileri sürerdim. Kendimi yücelikle şişirip durduğumu duyardım, ama engel olmazdım buna. Hoşuma giderdi. Ertesi gün, kusmuk dolu bir yatakta uyanmış gibi sıkılırdım. Sarhoşken kustuğum olmaz ama, keşke kussam! Dün akşam sarhoş bile değildim. Bir budala gibi coşturmuşum kendimi. Su gibi saydam , soyut düşüncelerle temizlemeliyim benliğimi.
Yağcılar sayesinde yağın adı kirlendi Çağdaşların yüzünden çağın adı kirlendi Kusmuk çukuru yaptı solu solcularımız Milleti sağa sağa sağın adı kirlendi...
Yeryüzündeki en ağır ve katlanılmaz duygu herhalde insanın kendini fazlalık olarak görmesidir. Gece gündüz düşündüğüm tek şey bu. Galiba ben fazlayım. Mahallenin köpeği bile bana temkinli bakıyor. Her şey o kadar ağır, sıkıcı, sonra bunaltıcı ki, kendimi karanlık, soğuk, nemli bir dünyaya uyanmış gibi hissediyorum. Ölümün en koyu, en kasvetli gölgesine tutsak edildiğimi hissediyorum. Bu, bir ağacın gölgesine hiç benzemiyor. Orada keder çeşmesi hiç durmadan akıp gidiyor. Acılar irinli, islak islak tene yapışıyor. Ayın yü- zünde bile leke var. Topraktan kusmuk kokusu yükseliyor. Şehre bakıyorum, ağır bir küf kaplamış sanki. Son günlerde şunu sormadan edemiyorum. Acaba ben öldüm de haberim mi yok? Bilemiyorum. Durum böyle değilse bile can çekişen sahte bir dünyaya işınlandığımdan eminim. Bir yerde okumuştum, şöyle diyordu: İnsan isterse bütün bir hayatı ölü de gösterebilir, canlı da. Bu insanın kendi elindeymiş. Ben bugünlerde neye baksam ya da dokunsam sadece ölümü duyumsuyorum. Her şey ruhsuz, tatsız... dün aynada annemi gördüm örneğin. Sonra yitip giden Özgür’ü... mezar taşları zihnime yerleşmiş sanki. Olümün soğuk yüzünü zihnimden silemiyorum. O kadar çok varesizim ki, tanımlayamadığım bir güç bütün enerjimi yutmuş sanki. Takatsizim. Bir bakıyorum bir gün otura otura uyuşmuş, kalmışım; bir başka gün bakıyorum dolaşmaktan yorulmuş bitap düşmüşüm. Sayfa: 283 #EdipYalçınkaya #Mahzen
Sayfa 283Kitabı okudu
Reklam
“... ve dışarıyı seyretmeye başladı. pencereden dışarıyı. gerçeği. dev yük gemileri geçti pencerenin önünden ve akıntıya kapılan küçük tekneler, sürat motorları. kıyıda balık tuttu insanlar. yol tekrar tekrar yapıldı, genişletildi; deniz, metre metre uzaklaştı pencereden. arabalar hızla geçip gittiler pencerenin önünden. otobüslerde tıkış tıkış insanlar. her yeri birbirine değen.. birbirine değdikçe eğilen, küçülen, hiçleşen, kimsesizleşen yoksul insanlar. kimi öldü ölecek, kimi o kadar yaşlı. o kadar yaslı. o kadar zavallı. umudu kalmamış insanlar. kucağında bebekli küçük kadınlar. soluk benizli, yorgun. dayaktan, açlıktan, bütün gün ev temizlemekten. zavallı insanlar geçti kilometreler boyu kıyıdan, yalılarla denizin görkeminin tam ortasından giden ve yokuşların ardındaki çukurlara saklanmış yoksul mahallelere tırmanan ve hep ter ve kusmuk kokan otobüslerle, yalının önünden, yalıyı görmeden, onla göz göze gelmeden. ambulanslar sonra. bebek arabalarını sürdü kadınlar, denize ve gökyüzüne baka baka. çocuklar topların ardından koştu. küçücük tekneler battı. kocaman gemiler karaya oturdu. hayat, her haliyle akıp geçti pencerenin önünden.”
Ne çok delik vardı vücuduzda! Yaralar yaralar yaralar... evi­miz bazen kan ve irin kusmuk ve ter kokardı hatırlıyor mu­sunuz?
• Kusmuk hâline getirilen musikimiz?..
Sayfa 64
O nasıl öldü? Ona KÖTÜ diye seslendim. Ona senin şiirin kusmuk gibi kötü kokuyor dedim. Kalmak istemedim son cümleyi duymak için. O. KÖTÜ sözcüğünde öldü. Onu benim dilimle yaptı. Dil. keskin bir bıçak gibidir der Çinli: öldürür kan akıtmadan.
635 öğeden 411 ile 420 arasındakiler gösteriliyor.