Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
200 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
6 günde okudu
Atina da yaşamış olan Sokrates bir gurup Atinalı tarafından şehrin tanrılarına inanmayan onların yerine yeni tanrılar üreten ve gençleri etrafında toplayarak onlara dinsizlik aşılayan biri olarak dinsizlikle suçlanmış 70 yaşında yargılanmak üzere mahkeme önüne çıkarılmıştır. Mahkemede sokratesin savunması üç aşamada ele alınmıştır; Eski
Sokrates'in Savunması
Sokrates'in SavunmasıPlaton (Eflatun) · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202052,6bin okunma
Medenî Usûl Hukukunun Amacı
"Tüm yargılama hukuklarınm amacı, maddî gerçeği tespittir. Bir uyuşmazlıkla ilgili olarak, henüz daha yargılama yapılmadan var olan maddî gerçek, yargılama sonunda bir mahkeme kararı şeklinde ortaya çıkan adlî gerçekle örtüştüğü ölçüde adalet gerçeklemiş olacaktır. Kural olarak, adlî gerçeğin maddî gerçeği yansıttığı kabul edilir veya en azından öyle olması gerekir. Buna paralel olarak, medenî usul hukukunda da maddi gerçeğin tespit edilmesi amaçlanır. Burada, yanlış bir inanışa ve kanaate de değinmekte yarar vardır. Zaman zaman ceza yargılamasında maddî gerçeğin, medenî yargıda şeklî gerçeğin arandığı söylenebilmektedir. Buna gerekçe olarak da, ceza yargılamasında mahkemenin re’sen araştırma yaptığı, delil serbestisinin söz konusu olduğu; medenî yargıda ise, kural olarak tasarruf ve taraflarca hazırlama ilkesinin geçerli olduğu, deliller konusunda da bazı sınırlamalar bulunduğu, bu çerçevede medenî usül hukukunda maddî gerçeğin aranmasından vazgeçildiği ileri sürülmektedir. Bu düşünce tamamen yanlıştır. Zira, yargılama hukuklarının tümünde temel amaç, dış alemde gerçekleşen maddî gerçeği bulmak ve o doğrultuda gerekli kararı vermek, adaleti sağlamaktır. Maddî gerçekle, mahkeme kararında ortaya çıkan adlî gerçek örtüştüğü ölçüde adalet de sağlanmış olacaktır. Ne tür bir yargılama yapılırsa yapılsın, maddî gerçekle adlî gerçek örtüşmediğinde adalet zedelenmiş olacaktır. " Pekcanıtez/Atalay/Özekes, Medeni Usul Hukuku, istanbul, 2013, s.59
Reklam
Adalet, hakkı yerine koymaktır; ve sade mahkemelerde değil, hayat ve muamelelerin her şubesinde aranması gerekli başlıca şart... • Adaletle zulüm, geceyle gündüz gibi, birinin bulunmadığı yerde öbürünün hâkimiyeti ele alacağı iki kutup. • «Adalet mülkün esasıdır» düsturunu, enselerimizin gerisine asmak yerine, göz bebeğimizin içine
‘İnsan’ı insandan kim koruyacak? yenisafak.com/yazarlar/gokhan... Birileri hakkında düşünür, konuşur, bir kanaate, bir yargıya ulaşır ve onları ulu orta ifade ederken adaletin terazisini dosdoğru tutuyor muyuz? Başkalarına bakarken hep içimizdeki savcı görev başında sanki, avukatsa hiç
Mahkemenin Adaleti
Çünkü aslında yasa savunmaya izin vermez, sadece hoş görürdü ve yasanın ilgili maddesinde böyle bir hoşgörünün yer alıp almadığı bile tartışma konusuydu. Bu nedenle aslında mahkemenin tanıdığı hiçbir avukat da yoktu ve mahkeme önüne çıkan avukatların hepsi şöhreti iyi olmayan avukatlardı.*
Sayfa 111 - Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 9. Baskı Ekim 2017Kitabı okudu
Mahkemenin Mahiyeti
Ceza'dan korktuğumuz, Ceza'dan kurtulmak istediğimiz ya da Bu mahkemelerin adaletinden Ümitli olduğumuz zannediliyor. Halbuki Terki muvalat Siyasetini takip edenlerin yolu dosdoğru bir yoldur. Bu yol ve şek ve şüpheden tamamı ile uzaktır. Terk-i muvalat halkın hükümetten tamamen ümidini kesmiş olduğu anlamına gelir. Hükümetle irtibatı kesenler, onun adaletinden ve doğruları söylediğinden tamamen ümitlerini kesmiş durumdalar, artık onu tanımıyorlar ve onu gaspçı, Zalim ve gayri meşru bir hükümet olarak telakki ediyorlar. Onu devirmeye çalışıyorlar. Vaziyet bu merkezde iken hükümetin şimdiye kadar yapmış olduğu uygulamaların Tam aksine, meşru hükümetler gibi insaflı ve adilane bir biçimde hareket edeceğini düşünmek doğru olur mu? Herkes biliyor ki bizi yargılayanlar kesin surette adaletle davranmaktan uzaktır. Bunun sebebi hakimlerin adaleti sevmemesi değil hükümetin hareketlerinde temel aldığı kanunların bu hakimlere adaletle muamelede bulunma imkanı bırakmamasıdır.
Reklam
Mahkemenin Mahiyeti
Hakim kuvvetler taşkınlık ederek Hürriyet ve hakka karşı tecavüz silahlarını kaldırınca mahkemeler, hükümetlerin elinde birer alet olurlar ve hükümetler bunlarla kimleri mahvetmek istiyorlarsa onları mahvederler. Bu, tarihi bir hakikattir ve hiçbir şekilde şaşılacak bir durum değildir. Çünkü mahkemelerin elinde kazayi bir kuvvet vardır. Bu yapısı Dolayısıyla mahkemeler Adalet icrası içinde zulüm uygulamaları içinde kullanılabilir. Adil bir hükümetin elinde bu kuvvet adaleti temin ve Hakkı hak sahibine vermek için en büyük vasıtadır. Fakat Zalim hükümetlerin elinde aynı kuvvet İntikam, zulüm, hakka mukavemet ve tecdide engel olmak için en müthiş silahtır. Tarih gösteriyor ki mahkeme salonları Savaş meydanlarından sonra en müthiş zulümlerin işlendiği sahnelerdir. Harp sahnelerinde nasıl bir çok masum kanlar dökülüyorsa mahkemelerde de nice nice Masum insanlar idama mahkum ediliyor, öldürülüyor ve Zindanlarda çürütülüyor. Nice peygamberler, Hakimler, alimler ve salihler mahkemelerin huzurunda caniler gibi durmuşlardır.
İyi ideasini ve idealar dünyasını görüp mağaradakilere gerçeği anlatmak
“Peki o zaman bu tanrısal seyir düzleminden insanların o acılı, dertli dünyasına indiğinde, kişinin aptalca, beceriksizce davranmasına ve alabildiğine gülünç görünmesine şaşıyor musun? Henüz yarı yarıya kör ve çevresindeki karanlığa alışmamış durumdayken, mahkemenin karşısında ya da başka bir yerde hakkın, [e] hukukun gölgeleri ile ya da resimleri ile kavga etmeye ve hiçbir zaman hakiki adaleti görmemiş olanların hak anlayışları ile didişmeye zorlanmaktadır.”
Mağara
“Ve şimdi,” diye sözüme devam ettim, “doğamızdaki (yaradılışımızdaki) eğitilmişlik ve eğitilmemişlik hali arasındaki farkı aşağıdaki olaylara bakarak benzetme (eğretileme) halinde kavramaya çalış. İnsanları yerin altındaki, mağaraya benzer bir mekânın içinde kafanda ve gözünde canlandır; bu mekânın, ışığın geldiği yönde, mağaranın kendisi
Ziya Gökalp'in en çok eleştirilen yanı Turancılığıdır. Bugün hepimize ters gelen bu tez, bir düşten başka bir şey değildi ve Gökalp bu düşü Hazreti Muhammed'in cenneti gibi ne zaman, nerede ulaşılacağı belli olmayan bir hayal gibi sunuyordu. Asıl amaç, bu hayalin büyüsüyle Türkçülüğü yaymaktı. Günümüzde bu düş de Osmanlıcılık ve İslamcılık düşleriyle birlikte silinip gitmiş ve Gökalp'in Türkçülüğü Atatürk milliyetçiliği doğrultusunda ve Misak-ı Milli sınırları içinde doğru anlamını bulmuştur... Atatürk'ü anlamak Ziya Gökalp'i anlamaktan geçer. Nitekim, sonradan Atatürk'ün gerçekleştirdiği tek devrim yoktur ki, Gökalp'in düşüncesinden ya da düşünden geçmemiş olsun... Sosyal kurumların düzenleyicisi ve denetçisi olarak ilk plana alır Gökalp devleti. Böylece, liberal görüşlü Prens Sabahaddin'in ademimerkeziyet ilkesine de karşı çıkmış olur... En eski yazılarında bile laikliğin izlerine rastlarız. Henüz padişahın aynı zamanda halife olduğu bir ortamda, dinin devletten ayrılması ve hilafetin kaldırılması gibi kesin bir tavırla çıkmaz ortaya, ama yaşadığı günler düşünüldüğünde yürek isteyen bir önerisi vardır. Şer'i (şeriata, Kuran'a uygun) mahkemenin Şeyhülislamlık kurumundan ayrılarak Adliye Vekâlet’ine bağlanması. Bunun anlamı adaleti dinin sultasından kurtarmaktı.. . (Nitekim) Birinci Dünya Savaşı sırasında yazılıp da Enver Paşa tarafından yayını yasaklanan Meşihat (Şeyhülislamlık) şiirinin altı dörtlüğünden biri şöyledir. Hakim olan millet midir? Meşihat mıdır? Milli Meclis: Mebusan mı, Bab-ı Fetva mı? Meşrutiyet, bir hile-i şeriat mıdır? Hür bir millet olduğumuz yoksa rüya mı?
Reklam
Turfan Gökalp anlatıyor: Sanırım 1959 yılıydı. Teğmen olarak Diyarbakır'da görevliyim. Üs komutanımız Kıdemli Hava Kurmay Albay Cevat Tunalı beni çağırttı. Gittim. Makamında bir Fransız karacı albayla birlikteydi. Misafiri Fransa'nın Türkiye nezdinde 'ataşerniliteri' imiş. 'Sen Diyarbakırlı'sın. Arabanı al ve misafirimi gezdir . . .' dedi. Ben
Yeryüzünde terakki eserleri orada birleşmiş, Parlemento’nun rolü, mahkemenin adaleti, okulların kuvveti, gemicilik ve ticaret, hayvanat bahçesi, laboratuvarlar, rasathane, kütüphane (British Museum), üniversite, parklar, halk bahçeleri, basımevleri, üstün fikirler; eşitlik, işbölümü, servet, buhar kuvveti, elektrik, endüstri, Thames Nehri’nde doklar, saraylar, disiplin.
Namık Kemal Londra’da gördüklerini anlatıyorKitabı okudu
51 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.