Recep Tayyip'e "Recep" ayında doğduğu için bu ismin verildiği söylendi. 1954 yılında Recep ayı, Diyanet İşleri Bakanlığı'na göre 6 Mart'ta başlıyor. Erdoğan ise, 26 Şubat doğumlu! Yani Recep ayında doğmamış!
Baharı ne kadar özlemişti! Burada marta baharın ilk ayı derlerdi oysa herkes kışın devamı olduğunu bilirdi. Geldiği gibi giden birkaç sıcak ve tutkulu an dışında solgun, soğuk bir aydı mart. Nisandan olsa olsa düzenbaz bir sevgili olurdu, Mayıs ise güvenebileceğiniz ilk aydı.
Allahualem, Kur'an ayı Ramazan-ı şerifte müslümanlar Rabbimin ikram ve ihsanıyla böyle Kur'an gibi bir nimete mazhar oldukları için, onun minnettarlığı babında, oruç ibadetiyle teşekkür etmiş oluyorlar..
İnsanlığın hayatının bir gün dehşetli mücadelelere sahne olacağından kimse şüphe etmemelidir. İşin sonunda, sadece varlığı devam ettirme içgüdüsü baskın çıkacaktır. Budalalık ile korkaklık ve kendinj beğenmiş küstahlığın ortaya çıkardığı o sözde "insancıllık" Mart ayı güneşine maruz kalan kar gibi eriyecektir. İnsanlığın kaderi sürekli mücadele için de olmaktır. Bunun tersi olan "barış" onun mezarı olacaktır.
"Mart ayı baharın ilk ayıdır. Nisan yağmurlu olur. Mayıs yazı çağırır. Haziran heveslidir. Temmuz sıcaktır. Ağustos nemlidir. Sonra Eylül gelir bitirir yazı."
Mart ayı baharın ilk ayıdır.. Nisan yağmurlu olur... Mayıs yazı çağırır... Ama en önemlisi, şubat kısa bir aydır. Çabuk geçer Umarım!..
1988 yılı Mart ayı ortalarında, Güney Kürdistan'da Halepçe kenti, İran yönetimiyle ortak hareket eden Kürt peşmergelerin eline geçmiştir. Sömürgeci Irak yönetimi, kenti terketmek zorunda kalmıştır. Fakat geri çekilirken kente kimyasal silahlarla saldırmıştır. Ajansların verdiği habere göre 5.000 Kürt insanı kimyasal silahların kullanılması sonucu yaşamlarını kaybetmiştir.. 10.000 kişinin üzerinde yaralı vardır. Kürt kaynakları bu sayıların aslında çok daha büyük olduğunu vurgulamaktadırlar. Bu kuşkusuz büyük bir soykırımdır. Bu soykırımda çocuklar, kadınlar, yaşlılar kitleler halinde yaşamlarını yitirmişlerdir. Bu vahşet karşısında, Türk Hükümeti'nin, Türk siyasal partilerinin, Türk üniversitesinin, yazarların, günlük Türk basınının, TRT nin sergilediği tavır, üzerinde dikkatle durulması gereken bir tavırdır. Filistin-Israil mücadelesinde bir Filistinlinin ölümünü yoğun bir biçimde protesto eden, kamoyuna duyuran bu kurumlar, Güney Kürdistan'da, Halepçe'de 5.000 den fazla Kürt insanının katledilmesine, 10.000 den fazla insanın yaralanmasına neden olan soykırım karşısında sessiz sedasız kalmayı tercih etmişlerdir. Olayı görmezden duymazdan gelmişlerdir. Sorunun odak noktası budur.
Ramazan-ı şerif, Kur'ân-ı Kerim ile alakasından dolayı bütün hayır ve bereketleri kendinde toplamıştır. Bir kimse kendini bu ayda toparlarsa bütün yılı iyi geçer. Bu ayı dağınık bir halde geçirirse bütün senesi kötü geçer.
Bir: Hürriyet ve Vatan diye bir parti yoktur. Kemal Bey'in böyle bir parti kurduğu gerçek dışıdır.
İki: Hareket Ordusu komutanı değildir. Hüseyin Hüsnü Paşa komutasındaki redif tümeninin, ihtiyat birlikleridir, kurmay heyetindedir. Diğer heyetin kurmayında da Kazım Bey buhınuyor.
Üç: Çanakkale Boğazı ile ilgili bölümle Kemal Bey'in hiç bir ilgisi olamaz. Bugün "Zafer" olarak kutlanan budur ve bu, deniz savaşıdır, mayın hareketidir ve girişteki tepelerden top ateşidir; Kemal Bey, çok daha kuzeyde bir ihtiyat tümeninin başında bulunuyor. Aylar süren Gelibolu direnişini, Anafartalar'daki anlık bir çıkışa bağlamak ancak aptal tarihçilerin işi olabilir.
Gelibolu, topoğrafyası gereği, kahramanı olmayan bir direniştir. Varsa da kahraman iki taraftadır. Bugün Mart Ayı'nda Anzaklardan hayatta kalanların her yıl Gelibolu'ya gelerek her iki taraftan ölenleri sevgiyle hatırlamaları bu nedenledir. Gelibolu, İngilizler ve Anzaklar açısından başarısızlığa mahkum bir çıkıştır ve kahramanlar, sadece iki taraftan savaşa katılan sıradan askerlerdir. Gelibolu'da hiçbir komutana "kahraman" denmez; nitekim madalyalar, Sultan'a ve direnişi yöneten en üst düzey komutanlara veriliyor. Gelibolu, iki taraf için kütle inatıdır.
Ramazan, duaların semaya yükseldiği aydır. İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un duası, tam da orucun hangi insanı tutacağının işareti gibidir:
"Ya Rab, şu muazzam Ramazan hürmetine, Kaldır aradan vahdete háil ne ise;
Ya Rab, şu asırlarca süren tefrikadan Artık ezilip düşmesin ümmet ye'se."
Ramazan elbette kendi kurallarıyla gelir. İnsanı, diğer on bir aydaki konfor alanından çıkartır. Dolayısıyla kendi kurduğu atmosferde nefsimizi terbiye eder ramazan ayı. Biz bu ay vesilesiyle konfor alanımızdan çıkınca eşyaya olan köleliğimizden nasıl kurtulacağımızın, özümüzün nasıl gürleşeceğinin yol haritasını sunar bu ay. İnsanın kendi içindeki değişmeyen özünü yeniden hatırlaması için konfor alanından çıkması şart. Sezai Karakoç, Samanyolu'nda Ziyafet adlı kitabında orucun ajandamızı değiştirmesinin anlamını şu cümlelerle ifade eder: "Gündelik alışkanlıklar terk edilmiştir. Özge bir oluş ile gün başlar. Yücelten anlamın ışığında vakit daha bir kıymet kazanır. Zaman ve eşya gerçek anlamına kavuşur. İnsan bu değişikliği gün içinde derinden duyar."
Geçen sene aramızda olup bu ramazana erişemeyen akrabalarımız, komşularımız, meslektaşlarımız ve tanıdıklarımız var. Bizim de gelecek ramazanı göreceğimizin garantisi yok. Bu yüzden fırsat elde iken bu kıymetli ayı ihya için çaba göstermeyi vazife bilmeliyiz. Allah Teâlâ ramazan ayını ihya etmeyi cümlemize nasip eylesin. Bu ay hürmetine içinde düştüğümüz zorlukları kolaylaştırsın, dertlerimize deva, hastalarımıza şifa, kalbimize takva ihsan eylesin.
Sayfa 27 - Dr. Ensar Aslan - Ayın KonusuKitabı okudu