Livaneli'nin kalemini, kendine has dilini severim yalnız bu kitapta sebebini tam anlamlandıramayacağım şekilde çeşitli söylemlere rastladım. Rahatsızlık veren bir hissiyat... Anlamlandıramadım.
Bir yandan da adam okuduğunu, gördüğünü, gerçekleri söylüyor neyden rahatsız oluyorsun ki? Seni rahatsız eden ne? diye sormadan edemedim kendime.
Yani özetle karma bir okuma yolculuğu oldu benim Livaneli ile bu kitap aracılığıyla olan yolculuğum.️
Kurgu mu? Gerçek mi? Her ikisi mi?
Nefret mi? Öfke mi? Zamanın ilahi takdiri döngü mü?
Yorum konusunda tıkandım...
Buraya kadar olan notlarımı kitabı bitirmeden almıştım... Kitabı bitirip kitap sonunda yazar ile yapılan söyleşiyi okuduğumda taşlar yerine oturdu. :)
Dil konusunda oturtamadığım düşüncemi Livaneli şu sözlerle noktalıyor; "Yazar olarak ben anlatsaydım, roman farklı olurdu. Bu dil benim değil, anlatıcı Haremağası'nın dili."
Kösem Sultan ve Deli İbrahim’den bahsetmiyorum okuyacaklar zaten görür. Kitap tarihi değil psikolojik vurgulu.
Başkarakterin Hz. Mevlana Mesnevi’sinden yapılan paylaşımlarını gördüğümde ise buruk bir üzüntü duydum.
Elinde, okunmak için zamanının gelmesini bekliyor, o zaman gelecek mi peki?
Yazarı okurken okuyamadıklarıma özlem duydum...
Yazarın söyleşi sonu son cümleleri:
Ne kadar karanlığa batsa da, insan yüreğinde bir temizlik ve bir cevher var. Bu yüzden ben buna "Karanlıkla aydınlık arasında bir roman" diyorum.
Yazar ile yapılan söyleşiden, romana kıyasla daha fazla keyif aldığım doğrudur.
İyi okumalar diliyorum..