Türk;
Yavuz Sultan Selim'e göre eşek idi…
Türk;
Koçi Beye göre mezhepsiz ecnebiydi…
Türk;
Hoca Saadettin Efendi'ye göre leşti hilebazdı aşağılıktı…
Türk;
Naima'ya göre azgındı çirkindi kabaydı cahildi…
... devletin çeşitli kademelerinde görev yapan Ermeniler, Osmanlı Devleti’nce kendilerine tanınan hoşgörüye karşılık verdikleri hizmetten dolayı “millet-i sadıka” unvanını kazanmışlardır.
Normalde Ermeni Toplumu, Millet-i Sadıka olarak adlandırılan ve Türklerle 19. yüzyıla kadar barış içinde büyük bir uyumluluk göstererek yaşamış bir toplumdur. Ancak 1800'lerin başından itibaren İngiliz ve Rusların kışkırtmaları ile genç Ermenilerden oluşturulan ayrılıkçı ekipler ve Ermeni Kanaat önderlerinin bir bir ortadan kaldırılması bu iki toplumun zıt kutuplar haline gelmesine sebep olmuştur.
Tatarlar ve Perslerin sürekli işgalleri altında ezilmiş olan Ermeniler çok büyük sayılarda göç etmeye başladılar ve Osmanlı idarecilerinden korunma elde ettiler. Onlara nazikçe ve misafirperverane davranıldı. Sürekli olarak savaş içerisinde olan hiçbir ülke, endüstriyel ve ticari bir arahışın peşine düşemez. Bu yüzden ilk sultanlar hep fetihle meşgulken, tüm ticari alanlar ve üretim alanları Hristiyanlar, başlıca da Ermeniler tarafından tekelleştirildi. Dinlerine karşı da hoşgörü gösterildi.
Türk ve Müslümanların zihninde, 800 yıl birlikte yaşadıkları, Osmanlı tarih literatüründe “millet-i sadıka” olarak vasıflandırdıkları Ermenilerin ihanetine uğradıkları yer etmiştir.
Uzunca bir zaman “millet-i sadıka” olarak adlandırılan Ermeniler’i yalnızca Osmanlılar değil, Batılı araştırmacılar da Osmanlı devletine en sadık azınlık olarak kabul ederlerdi.
Türkler bütün azılıklara olduğu gibi Ermenilere karşı da daima alicenap davranmışlardır. Ermeniler Osmanlı nazarında "Millet-i sadika" yani "Sadık millet" olarak isimlendirilmişlerdir.
Bilindiği gibi, Osmanlı Devleti'nin sınırları içinde çeşitli gayrimüslim unsurlar ve azınlıklar vardı. Bunlar arasında "Millet-i Sâdıka" denen Ermeniler de bulunuyorlardı. Bunların büyük bir kısmı, Van, Bitlis, Diyarbakır ve Sivas vilâyetlerinde ve Torosların güneyinde Halep civarında bulunuyordu. Fakat bu vilâyetlerin hiçbirinde Ermeniler çoğunluk teşkil etmediği gibi, bu vilâyetlerde toplam nüfusun ancak -o da bazı vilâyetlerde- %39'unu teşkil ediyorlardı. Meselâ 1914'te yapılan resmi istatistiklere göre, Ermenilerin kalabalık oldukları vilâyetlerden Bitlis'te 300.999 nüfusun 117.492'si, İstanbul'da 560.434 nüfusun 82.880'i, Erzurum'un 673.297 kişilik nüfusunun 194.777'si, Sivas'ın 939.735 kişilik nüfusunun 147.099'u, Trabzon'un 921.128 kişilik nüfusunun 38.899'u Ermenilerden meydana geliyordu.
Sayfa 552 - Timaş Yayınları, 17. Baskı (2017)Kitabı okudu
Bendeki 2007 baskılı Bilgeoğuz yayınlarından çıkmış kitap. Henüz bitirmedim. Ha deyince bir roman gibi 3 günde bitirilecek bir kitap değil. Çok kapsamlı bir araştırma kitabı. Onun için özümseye özümseye, anlatılan her olayı tam anlamıyla kavrayarak okumak gerekiyor. Kitap Ermeni soykırımı iddialarını belgeleriyle çürütüyor.
Kitabın arka kapağındaki yazıyı aktarıyorum.
''Prof. Mc Carthy, 19. yüzyılın son çeyreği ile 20. yüzyılın ilk çeyreği yaşanan etnik çatışmalarda 40 bin Yunanlı ve 580 bin Ermeni'ye karşılık 5 milyon 500 bin Türk'ün hayatını kaybettiğini yazıyor.
Ermeni meselesini tarihi süreç içerisinde inceleyen bu kitap, Mc Carthy'nin tesbitine rağmen Türkiye'de Ermeni tezlerini savunanların yüzünde patlayan bir Türk sillesidir.''
Kitabı bitirdim ama bende meydana getirdiği ruhsal tahribatı anlatamam. İçim öfkeyle, kinle, nefretle doldu. Halkların kardeş olduğu, hümanizm koca bir palavra.
Osmanlı'nın 'Millet-i Sâdıka' dediği Ermenlerin fırsat ellerine geçince nasıl bir canavara dönüştüğünü okudum. Dünyada insanlığın adaletli, ve huzurlu bir şekilde yaşaması için Türklerin her zaman güçlü olması ve güçlü kalması gerektiğine olan inancım bir kat daha arttı.