Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Masonik Hiyerarşi _LUCİFER(İblis) : Mason İlahı _RT : 3 Kabbalistten oluşan En Üst Komuta Kademesi. (Tüm ezoterik bilgilere sahip Baş Hamam ve iki yardımcısı) ___ _13’ler Kraliyet Konseyi (Varlıklı Aileler) _33’ler Konseyi (Kıdemliler) _300’ler Konseyi - SANHEDRİN En Üst Yönetim Meclisi(Olimposlular) ___ _B’NAI B’RITH & BILDERBERG
136 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
5 günde okudu
Gül Alırlar Gül Satarlar
Açıkçası başlarken biraz çekindim ağır ilerler diye düşündüm ama beni yanılttı. İki farklı hikâye okuduk. Biri münzevi bir hayat yaşamış 50 yıldır hiç dışarı çıkmadan gül yetiştiren bir adam. Biri aşk sandığı ilişkilerin peşinde koşan bir adam. Gül yetiştiren adam ve torunu arasındaki diyalog bana
Şeker Portakalı
Şeker Portakalı
tadı verdi keşke biraz daha olsa ve okusam dedim. Modern karakterimizin bölümleri beni çok sıktı yüzeysel ilişkiler boş diyaloglar. İki karakterin yolu nasıl kesişir diye merak ettim. Yazar bir gazete haberinde birleştirmeyi uygun görmüş. Modern karakterin bu kadar farklı bir hayat yaşayıp yine de geleneksel bir şekilde evlenme kararı almasına şaşırdım.
Rasim Özdenören
Rasim Özdenören
okuduğum ilk kitabıydı ve beğendim diyebilirim.
Gül Yetiştiren Adam
Gül Yetiştiren AdamRasim Özdenören · İz Yayıncılık · 202117,8bin okunma
Reklam
Nietzsche on dokuz yaşına geldiğinde, papaz olabilmek için Bonn Üniversitesinde ilahiyat ve klasik filoloji öğrenimine başlar. Zaten hayat akışı çok önceden “iffetli kadınlar” tarafından planlanmıştı. Ancak Nietzsche daha şimdiden huzursuzdu: Bilinçsiz bir isyan dürtüsü kişiliğine etki etmeye ve onu değiştirmeye başlar. Bonn’a geldikten kısa bir süre sonra o münzevi okul delikanlısı neşeli ve taşkın ruhlu bir üniversite öğrencisinin en iyi örneklerinden birine dönüşür. Herkesin giremediği özel öğrenci birliklerine girer, arkadaşlarıyla içki içmeye başlar ve öğrenciler arasında yapılan eskrim düellolarına katılır. Kaçınılmaz olarak bir düelloda yara alır ve ritüel gereği düelloya hemen son verilir. Burnunun üstündeki küçük dikiş izi o günlerden kalmadır. Ne yazık ki bu yara izi daha sonraları gözlüğünün altında gizlendi. Ama bu sadece küçük bir ara piyesti. 90 Dakikada Nietzsche, Paul Strathern
Yağmur
Vareden'in adıyla insanlığa inen Nur Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından Rahmet vadilerinden boşanır âb-ı hayat En müstesna doğuşa hâmiledir kâinat ....
Sayfa 85 - Timaş Yayınları Ekim 2014
Kırılgan kızlar ya terk edişin soylu dağında bir münzevi olur, ya da hayata bir yerinden katılır ve içlerinde zaman zaman nöbetler halinde dışarı vuran bir sızıyla yaşamayı sürdürürler. ‘Yaşamıyor gibi yaşamak’ sanatının ustasıdır onlar. Bir keşiş, yedi yüzyıldır mağarasında konaklayan bir bilgeyle karşılaşmış dağda. “Güzel insan” demiş ona, “neden şuraya bir ev yapıp da rahat etmiyorsun?” “Hayat çok kısa” diye cevap vermiş bilge, “yerleşmeye değmez.” Mağlupların bir bilgeliği vardır. Dünyanın mağlupları, dünyayı yerleşmeye değer bir yer olarak görmeyenlerdir. Kırılgan kızlar işte biraz da bunun için kırılgandır.
80 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
28 saatte okudu
Don Sandalio'nun Romanı çoğunluğun aptal olduğunu düşünen biri için bir özyaşam romanı. İçimizde taşıdığımız, kavga halinde olan benlik parçalarımızdan -belki de benliğimizin kendisi- biri Don Sandalio. Don Sandalio ilahi bir görevmiş gibi, adeta bir seremoni edasıyla satranç oynayan, insanların arasında kaybettiği canlı yaşama satranç tahtasında hayat veren biri. İçimizde filizlenen insanlardan kaçma isteğinin, aptallıklarına tahammülsüzlüğün, basitlikten tiksinmenin yegane sebebi Don Sandalio. Bu münzevi kişiliğin anlatıldığı kişiyse Felipe. Felipe tüm bu yalnızlık arzularına rağmen bizi insanlar arasında tutan, tüm aptallıklarına rağmen bizi bağlı kılan benlik parçamız. Don Sandalio'yu Felipe'ye anlatan "asıl" kahraman ise evreni oluşturan elementleri bir arada tutan karanlık madde gibi benlik parçalarımızı bir arada tutan, onların aynı potada var olmasını sağlayan bir 'karanlık madde'. Yazar, bir insanın ruhsal devinimlerini ve benliğinin parçalanışını daha iyi anlatabilmek için üç farklı insan ile somutlama yoluna girmiş. Sondeyişiyle ise okuyucuya yön gösterip onu tıpkı Robinson Cruose gibi kumda ayak izi bulması için ıssız bir adaya terk etmiş.
Satranç Ustası Don Sandalio'nun Romanı
Satranç Ustası Don Sandalio'nun RomanıMiguel de Unamuno · Sel Yayınları · 2014497 okunma
Reklam
Bir şekilde geçiyor işte zamanımız. Arkamızda hayallerden kurulu onca mezar. Her sabahta biraz daha umutsuz. Her akşamda biraz daha hüzünlü saatler. Bütün iyi niyetlerimizin gölgesinde, Kötü bir alışkanlık oluyor sövmelerimiz. Birleşmiş dertlerin korkunç çığlığında, Münzevi bir hayat düşlüyoruz sessizce. Kimimiz acıdan, kimimiz sevdadan, Kimimiz ayrılıktan boyun eğiyor kadere.. Ömrümüzün ziyan olmuşluğunu kabul ederek, Bir veda tebessümü yolluyoruz geçmişimize...
Ne kır çiçekleri, ne meyve ağaçlarının fişkıran gümrah yeşili baharı getirmez. Bir çiçekle bahar gelmez ama her çiçek de getirmez baharı İstanbul'a. İstanbul'un baharı erguvandır. Erguvanlar açmadan hayat tazelenmez. Hatta baharın gelişini haber vermez, bahara rengini verir. Erguvandır İstanbul'un baharı. Hem güzellik hem fanilik duygusudur. Hem boğazın serinliği hem evreni sessiz, tenha ve münzevi duyumsamanın rengi. Kendi başına hep orda, tek. Her an solmaya, adeta aradan çekilmeye hazır ve razı bir duruş. Hiçbir saltanat onun tevazuunu mütekebbir edaya dönüştüremez. İstanbul'un baharı tevazudur çünkü. Güzel olanın bu denli çarpıcı, bu denli muhteşem tecelli ettiği bir zaman ve mekân ikliminde kendinden hoşnut ve sakin kalabilmenin remzi..
Sayfa 136
Yalnızlığı seven, bir kadınla birlikte yaşamaktan, onunla yemek yemekten, uyumaktan, sokakta yürümekten mutlu olan biriydim. Ama konuşmaktan ya da hipodrom ve boks maçları dışında bir yerlere gitmekten hoşlanmıyordum. Televizyonu anlamıyordum. Sinemaya gidip başkalarıyla oturmak, onların duygularını paylaşmak için para ödemek aptalca geliyordu
Hayamızı yitirdik; ve tımarsız, kaşağısız, pusatsız bıraktık küheylanlarımızı; kılıçsız, kargısız, cevşensiz koyduk süvarileri. İkonlara gizlenmiş ruhbanlara çaldırdık ruhlarımızı. Akrep yuvalarından ecinni raksların ateşi sıçradı üzerimize. Kevn ü fesadda anılmamacasına yıktık eski ahitlerimizi, yeni ahitlerimizi. Ahdimiz haya üzerineydi, kaybettik ve ahlâkımız eskidi. Dönüş biletini giderken yırttık ahitleşmeye de, kutsal vadilerde nalınlarımızı ayağımızda unuttuk. Parlayan yıldızlarımızdan astroitler düştü bahtımıza. Filmin son karesiyle birlikte elif ve lam ve he de karardı. Kelamlarımızda yorulan harfler laf kılığında yağdı dünyamıza. Efsunlu sözlerle dolu hamayılların çörekotlarınca küçüldü ruhlarımız. Gizi çözen gecelerimiz, geceyi düğümleyen gizlerde gizlendi. Kafesinde sindirilmiş aslanlara dönünce ahlâk, avcıların tarihinde kötü figüranlar olarak anlatıldı haya; ve aslanlar kendi tarihlerini yazamadılar hiç.Hayamızı yitirdik; ve münzevi hayallerde eklemledik âhlarımızı birbirine, düşlere karışan hayatımızı zincir yaptık. Huzurun ak sayfalarına derunî sağanaklardan kan revan acılar gönderdik. Gazeller ve kasideler hep yitik sevdalarda döndü mersiyeye... Ağladık geceler ve gündüzler boyu, ağlayacağız aylar ve yıllar yılı...Haya... Aaah, en eski yitiğimiz...Hayadan ötesi hayal, aslı yok bir düşünce...Hayadan öte hayat, esası bozuk günce...
1.000 öğeden 671 ile 680 arasındakiler gösteriliyor.