Malum, Zweig kitapları kısa lakin derin manalı oluyor. Uzun bir kitapta yazarın kalemi özgürdür. İstediği kadar betimler, analitik yorumlar yapar ve derin bir gelişme sonrası sonuca ulaşır.
Lakin kısa yazıp da bu kadar derin anlam yükleyip, tüm her şeyi anlatmak bir yazarın değil ancak özel bir misyona sahip kişinin işidir.
~
Edebiyat dediğimiz kavram, zincirleme bir olaydır. Eskiden bu yana yazarlar, başka bir yazarı misyon ederek yazar. Bir nevi etkilenir, kalemini yakın bulur veya örnek alır.
Halit Ziya Uşaklıgil’in anlatımının Tolstoy'un kalemine benzemesi gibi, Nilgün Marmara'nın Sylvia Plath'dan etkilenmesi gibi, Nazım Hikmet'in akım konusunda Mayakovski'yi örnek alması gibi... Bunlar gibi birçok örnek sayılabilir.
Lâkin Zweig'i ayıran bir şey var.
Tüm yazar ve şairlerin çok dışında, çok yüce bir kalemi olan yazar. Eşsiz ve benzersiz.
~
Stefan Zweig işte bu ve daha nice özellikleriyle gelmiş geçmiş en değerli yazarlardan bir tanesidir...
Bu kısa öyküsünün konusuna gelecek olursak;
XV. Louis döneminde yaşayan Fransız sarayında epey etkili olmuş aristokrat, egolu, ihtişamlı bir kadının öyküsü anlatılır. Bu çöküş ise Madame de Prie'nin bu hayatından sürgünüyle başlar. Prie için artık bambaşka bir hayat vardır... Karakteri ve hayatı çatışmaya başlar. Hırsına yenik düşen, gururlu bir kadının çöküşü.
48 sayfalık olan bu kitap sizi direk olayın içine sokacak ve bir solukta bitirmenizi sağlayacaktır. Varoluşunu arayan ama var olmaktan yoksun bir kadının hikayesi, çöküşü...
Bir solukta okuyacağınız bu kitabı mutlaka okumanızı tavsiye eder bol kitaplı günler dilerim.