Dil ile derdimizi, din ile kendimizi ifade ederiz. Avrupa'ya çalışmak için giden gurbetçilerimize baktığımız vakit, bu insanlar çocuklarına / torunlarına dillerini öğretemezlerse, dilini unutan yeni nesil, bir müddet sonra dinini de unutmaya başlıyor. Ve ortaya, tam olarak hiçbir kültüre ait olmayan, ortada kalan, boşlukta sallanan bir insan çıkıyor. Bunun içindir ki, İsrail'de; Afrika ve Rusya'dan gelen Yahudilere dil öğretmek için, onları din okuluna gönderiyorlar. Biz ise, anaokuluna giden çocuklarımıza bile İngilizce öğretmeye kalkıyoruz. Osmanlı'nın son dönemine ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yirmi yılına baktığımız vakit, Avrupa'ya dil öğrenimi için gidenlerin, ülkelerine döndükten sonra, dine ve dindarlara mesafeli durduklarını görüyoruz. Tersini yapanların sayısı çok azdır.
“Sana bütün söylemek ve özellikle bugün öğretmek istediğim, yaşamda ‘olmalıdırlar yoktur’ şeklinde olacaktır. Hiçbir şey kaçınılmaz değildir. ‘Yemek pişirmek, evi süpürmek ya da bebek doğurmak zorunda değilsin. Sen bir kadınsın. Bu güzel. Genç bir kızsın, bu da daha güzel. Oysa en güzeli, sen bir insansın. Kendin ve yaşamın için karar verebilecek bir insan. Sana saygı duymalarını, insanlara sen öğreteceksin. Daha da önemlisi, bunun için önce sen kendine saygı gösterecek ve kendisine saygısı olmayan birinin bir budala ve acınacak durumda bir kişi olduğunu bileceksin.”
“Çünkü karşılığı bulunmayan sorular için Tanrı en kolay yanıttı.”
"Öğrenmek ve öğrendiklerimi başkalarına öğretmek. Öğrenmemiz gerek biz işçilerin. Hayatım bizim için neden böyle ağır, çekilmez olduğunu öğrenmeli, anlamalıyız."
Özdisiplin kadar kendi kendine öğrenme de bu çağın kilit kavramlarından. Her şeyi okulda öğrenmeyi beklemek ne gerçekçi ne de akıllıca. Devir, otodidaktların devri. Otodidakt, kendi kendine öğrenen demek. Yunanca autos (kendi) ve didaskein (öğretmek) köklerinden türetilmiş bir sözcük.
Çoğu kez icat ihtiyacın anasıdır, ihtiyaç icadın değil.
Buna iyi bir örnek yakın çağların en büyük mucidi Thomas Edison'un en özgün icadının tarihidir. Edison 1877'de ilk gramofonunu yaptığı zaman bir makale yayımladı, bu makalede icadının kullanılabileceği yerleri on madde halinde belirtti. Bunların arasında ölmekte olan kişilerin son sözlerini kaydetmek, görme özürlü kişilerin dinlemesi için kitapları plağa almak, saatin kaç olduğunu duyurmak, hecelemeyi öğretmek vardı. Edison'un öncelikler listesinde müziğin yeniden üretimi ilk sıralarda yer alınıyordu. Birkaç yıl sonra Edison yardımcısına icadının hiçbir ticari değerinin olmadığını söylemişti. Daha sonraki birkaç yıl içinde düşüncesini değiştirdi, gramofon satmak üzere iş hayatına atıldı -ama bürolarda dikte ettirme makinesi olarak. Başka girişimciler madeni bir para atıldığı zaman popüler müzik çalacak şekilde gramofonu değiştirip müzik kutusu adı verilen şeyi türettikleri zaman, ciddi büro işlerinde kullanılan icadının değerini düşürdüğü için olsa gerek, Edison buna karşı çıktı. Ancak 20 yıl kadar sonra istemeye istemeye gramofonunun aslında müzik kaydetmeye ve çalmaya yaradığını kabul etti.