Dostoyevski ile 10. buluşmamız, yazarın Sibirya’da geçirdiği sürgün yıllarını Aleksandr Petroviç Goryançikov adlı bir karakter üzerinden anlattığı Ölüler Evinden Anılar kitabı ile gerçekleşti...
Ölüler Evi’ndeki misafirliğim genel itibariyle keyifli geçmekle beraber zaman zaman oldukça sıkıldığım bölümlerin de yaşandığını itiraf etmem gerek.
Ey aşk ! Ateştir senin nesebin…
Dumandır niteliğin kaynağın ise rüzgar,
Su tufana dönüştü toprak da küle
Senin kokunla ateş rüzgara karıştı.
Şirin’siz her saray bisütûn gibi viranedir,
Ferhat’sız her dağ bir saman çöpüdür rüzgarda
Yedi nesil öteye tüm atalarımız gâmdı
Bize miras kalan hep sonsuz keder oldu
Rüzgar esince toprağımızdan senin kokun geliyor
Sadece Sen kalacaksın;
Biz hepimiz gidince…
”
🥀Çamlıca’da, uşaklı bahçıvanlı, muhteşem bi köşkte yaşayan bir delikanlıydı. Yüksek tahsil için İskoçya’ya gönderildi. Ve, Londra’da bir partide gördü onu, güzeller güzeli İngiliz gence vuruldu, aşık oldu.
Hyde Park’ta ata bindiğini öğrenince ertesi sabah soluğu orada aldı. Tanıştılar, yemek yediler, gözlerini birbirlerinden alamadılar.
Fakat
Zen ustalarının en büyüklerinden biri olan Lin Chi şöyle der:
“Gençken tekneler beni büyürlerdi. Küçük bir kayığım vardı ve yalnız başıma göle açılırdım. Saatlerce orada kalırdım. Bir seferinde, güzel bir gecede, gözlerimi kapamış kayığımda meditasyon yapıyordum. Akıntı aşağı boş bir kayık geldi ve benimkine çarptı. Gözlerim kapalıydı, bu yüzden şöyle düşündüm: ‘Biri kayığıyla geldi ve kayığıma çarptı.’ İçimde öfke sesi yükseldi. Gözlerimi açtım ve öfke içinde adama bir şey söyleyecekken kayığın boş olduğunu fark ettim. O zaman hakaret edecek yön kalmadı. Öfkemi kime ifade edecektim? Kayık boştu. Yalnızca aşağı yüzüyordu ve gelip benim kayığıma çarpmıştı. Bu yüzden yapacak hiçbir şey yoktu. Öfkemi boş bir kayığa yansıtamadım.”
Ve Lin Chi devam eder:
“Gözlerimi kapattım. Öfke oradaydı ama çıkış yolu bulamadığımdan gözlerimi kapattım ve öfkeye doğru geri geri yüzdüm. Ve o boş kayık benim fark edişim oldu. O sessiz gece, içimde bir noktaya geldim. O boş kayık benim ustamdı. Ve artık biri gelip bana hakaret ettiğinde gülüyorum ve diyorum ki: ‘Bu kayık da boş.’ Gözlerimi kapatıyorum ve içeriye gidiyorum.”
Kitap üzerine detaylı bir inceleme yapmak yerine olabildiğince kısa tutarak aklımda kalanları toparlamak niyetindeyim...
Tarık Tufan çok sık karşıma çıkan bir yazardı. Bu kitabı da hakkında edebi anlamda fikir sahibi olmak için alıp okudum. Okumaya sabah başladım ve günün büyük bölümünde dışarıda olmama rağmen gece bitirdim. Kitapta 1-2 sayfalık
Kitabın başındaki Sami Paşazade Sezai'nin hayatında Sergüzeşt romanı ile gözaltına alındığı (Hiç şaşırmadım...) ve bu romanın Türk edebiyatında romantizimden gerçekçiliğe geçiş akımının ilk örneği sayılmakta olduğu yazıyor.
Sergüzeşt: Baştan gelen haller, macera.
Dilber, 9 yaşlarında Rusya kumpanyasının Batum'dan gelen vapurunda Kafkasya’dan
“Zaten biz acı çeken ölümlüler ayaklarımızı
mutluluğun üzerine hiç tamamen basamadık.
Her seferinde acı bir keder neşemizi kaçırır.”
-Rodoslu Apollonios
1. Giriş:
Bu yazı direkt olarak bir inceleme yazısı değildir. Antik Çağ’ın önemli yapıtlarından Argonautika hakkında bir akademik makale çalışmasıdır. Ve elbette yalnızca kitap hakkında
Değerli 1k okurları.
Bir açıklama yazmak mecburiyeti hissettim de. Ben Azerbaycanlıyım ve Azerbaycanda yaşıyorum. Yani Türkiyeyle tek bağım kardeş ülke olması ve 1k. Ben TDK dersleri almadım. Yani Türkçeyi kendimi eğiterek çözdüm. Konuşmasıyla, yazım ve imla hatalarıyla. Doğal olarak bazen imla hatalarım olmuş olabilir.
NEDEN TÜRKÇE YAZIYORUM?
Çünkü 1k bana ilham oldu. Burada bir çok Türkiyeli arkadaşlarım, sevdiklerim var. Ve genel okurlar Türk diliyle birbiriyle anlaşıyorlar. Azerbaycan dilinde de yazıyorum bazen. Okuduğum kitaplar da oluyor. İlk başlarda Rus dilinden de paylaşımlarım oldu ama, büyük tepkiler aldım. O ayrı bi konu da. İşte imla hatalarımı yoruma doğru düzgün yazanlara minnettarım. Bazen klavye hataları da oluyordur. Klavyelerle başım dertte.
Şuan büyük bir çabayla: y-ğ harflerinin imlası üzerine çalışıyorum. Yıldızımız bir türlü barışmadı da. Arkadaşım sağ olsun, ışık tuttu yoluma. Onu da çözeceğim yakında.
Not geçmeden edemeyeceğim;
Bana imla hatalarımda önyargıyla yaklaşanlar: Siz Azerbaycan dilinde tek bir kitap okudunuz mu? Tek bir ileti attınız mı? Benden beklediğiniz hassasiyeti siz gösterdiniz mi? Ha derseniz ki, senden Türkçe yazmanı isteyen mi var? Hayır! Bu benim isteğim. Lütfen, saygı duyun. Varsa imla hatam, usulca söylersiniz, düzeltirim.
Dikkatiniz için teşekkür ederim.😇
Bazı duygular yardır, bazı duygular yara.
Bazı kitaplar acı verirken, bazıları merhem olur derde.
İlber Ortaylı'nın söyleşi türünde bir eserine başlamışken denk geldim bu kitaba. Okuyamayacak kadar yorgun ve durgundum. Her zaman derim "şiirler ruhu dinlendirir," diye. Ruhumu dinlendiren, okumaya yeniden ısıtan bir kitap oldu benim için