Yasa kendi kendini delemez, kendisi zaten sadece delinmek için vardır, karşı gelmenin görünüşte onu bozması aslında onun yasa olmasını sağlar, neye meydan okunuyorsa, ne bozuluyorsa o yasal olur artık. Yasanın çemberi şöyledir: sınır olur olmaz sınırı açma arzusu çıkar, aşılamaz görünen sınırı oldum olası bilinmedik bir hareketle aşmış olan arzuya sınırdan bir çağrı gelir. Yasak, ancak yasak doğrultusunda arzulayan arzuyla oluşur. Arzu, arzulayarak, yasanın özgürleşmesi, arzunun yasaklanmasını değil; yasağın arzulanması, böylece yasağın parlamasını, sevilmesini, öldürücü bile olsa arzulanmasını, çekici olmasını sağlar. Yasanın gerçek yüzü ortaya çıkar: ölümle korkutan buyruk değil, yasa kılığına girmiş ölümdür o, yasaya karşı gelen arzu ölümden kaçmak şöyle dursun, ölümü hedefler, ölümüne arzular, ölüm, arzunun ölümünün altında bile yatan ölüm, arzunun taşıdığı ölüm, böylece arzulanan ölüm haline gelir. Arzu ölüme yer verir. Yasa öldürür. Ölüm, hep yasanın ufkudur: bunu yaparsan ölürsün. Kendine boyun eğmeyeni öldürür. Ona boyun eğmek de her seferinde yine ölümdür; ama boyun eğmek-eğer yasa gerçekten yasaysa-imkansızdır, ne olursa olsun belirsizdir, hep sonraya bırakılır, ölüm tek çaredir, ancak ölüm aşkı ondan sıyrılabilir, çünkü ölümü seven, Yasayı sevilebilir hale getirir, böylece onu boşuna işleyen bir yasaya dönüştürür. karşılık beklemeyen iyiliğin dolambacı işte budur.