Bir sonraki pazar gezintinizde kulak kesilin. Başta sadece büyük bir sessizlik duyacaksınız. Fakat hızla mikro sesleri algılayacaksınız: Ağaçların, dalların hışırtısını ve çıtırtısını; böceklerin uçuşunu, kuşların ötüşünü, rüzgârın fısıltısını... Bir kere daha fark edeceksiniz ki doğanın sessizliği de aslında seslerle dolu.
Sırtımda eski bir gitarım
Uçmaya hazır kanatlarım
Kararmış gökyüzü beni de aldı bak içine
Ben bugün gidiyorum
Yağmurlu bir pazar gününde
Kumdan kalelerim var yine
Topladım tüm umutlarımı bir bulut içine
Ben bugün yağıyorum
... Politik katliam başlanmadan önceden beri o, hüzünlü ekim sabahlarını, ölenlere acımakla ve Tanrı pazar günü dinlenmemiş olsaydı dünyayı tamamlamaya vakti olurdu diye düşünmekle geçirmişti.
Yazar, postmodern laf ebeliklerinin şekillendirdiği yeni toplumsal ilişkilerin, psikanalizin temel öğretilerinden biri olan “Doyum, her insani yaşamın bencil amacıdır” saptamasını çok iyi benimsediğini, ancak hemen onu izleyen bir diğer öğretisini unuttuğunu hatırlatıyor: “Her zevk, grup yaşamındaki bağları korumak için sınırlı ve tamamlanmamış kalmak durumundadır”.
Günümüzün liberal pazar ekonomisi tarafından belirlenen “her zevkin sınırsız ve herkes tarafından ulaşılabilir olması” kuralı hem öznelleşme süreçlerinde hem de insani ilişkilerde etkilerini giderek artan depresyon, stres, anoreksia, hiperaktivite, intihar, bağımlılıklar, şiddet, yıkım, kabalık, zorbalık, cemaatleşmeler, kapalı narsistik gruplar gibi bireysel ve toplumsal patolojiler altında gösterirken, öznenin bu türden bir kapalı sistemde, belirsizlik ya da aşırılık hallerinde bulabildiği tek çıkış yolu çoğunlukla kendi bedeni ya da ötekinin bedeni olmaktadır.
Psikanalitik kuramın kavramlarının ustalıkla işlendiği ve incelikli bir klinik duyuşla örülen bu kitap, özneyi ve öznelliği susturan her türlü söylem karşısında okuyucusunu da sadece sözü almaya değil, sözü etik bir yerden almaya, sabırla ve dikkatle bekleyip dinlemeye, özenle ve özgürce üretmeye de teşvik ediyor.
Kitap şöyle başlıyor;
Bu kitap herkes için
Ve hiçkimse için…
Nietzsche’nin peygamberinin adı Antik Pers peygamberi Zerdüşt’tür.
Zerdüşt’ün 30 yaşında dağlarda yaşamaya gittiğini anlatarak başlar.
On yıl boyunca dağdaki yalnızlığından hoşnut olan Zerdüşt, bir sabah uyanıp dağda tek başına biriktirdiği bilgelikten bunaldığını fark eder ve bunun üzerine bilgeliğini insanlığın kalanıyla paylaşmak için pazar yerine inmeye karar verir.
NietChe’nin fikirlerini bu kitapta çok açık görüyoruz
Fakat diğer kitaplarında bu fıkırlerını değiştirdiğini de okuyabılırsiniz.
Osho bu kitaba dünyanın 2.İncili der .
Büyük bir binanın küçücük bir odasında oturuyormuş. O kadar küçük bir oda imiş ki insan orada kımıldayamıyormuş bile. O binanın avlusu da bir pazar yeri gibi kalabalıkmış ve kimse kimseyi tanımıyormuş. Ama, yine de devam ediyormuş hayat. İnsanlar işten dönüp evlerine girer girmez kapılarını sımsıkı kapar, kilitlerlermiş. Bir hapishane hücresi gibi o dört duvarın içinde kalırlarmış hep.
İnsanlar üzerine şunu söyleyebiliriz: kuramlar değiştiği ve parçalandığı zaman; okullar, felsefeler ve düşüncenin ulusal, dinsel, ekonomik dar ve karanlık yolları gelişip dağıldığı zaman, insan ileriye uzanır, ıstırapla, bazen yanlışlıkla sendeleyerek adımını atar. Adımını ileri attıktan sonra geri kayabilir, ama sadece yarım adım, hiçbir zaman tam adım geriye gelmez.
Bunu savunabilir ve buna inanabilirsiniz. Kapkara uçaklardan atılan bombalar pazar yerinde patladığı zaman, tutsaklar domuzlar gibi birbirine sokuldukları zaman, ezilmiş vücutların kanları tozların üstünde pis pis süzüldüğü zaman bunu anlayabilirsiniz. Bunu ancak böyle anlayabilirsiniz: Eğer ileriye doğru adım atılmasaydı, eğer insanlarda ilerleme açlığı olmasaydı, bombalar patlamaz, insanlar birbirlerinin boğazlarına sarılmazlardı. Bombardıman uçakları var oldukları halde, bomba atmazlarsa asıl o zaman korkun...
Çünkü, her bomba, o ruhun hâlâ õlmediğini ispatlar. Ve büyük mal sahipleri varken, grevlerin durmasından korkun... Çünkü, her yenilen küçük grev, atılan adımın atıldığını ispatlar. Özellikle şunu unutmayın: Insanın kendisi, bir ülkü uğrunda ıstırap çekmez ve ölmezse korkun, çünkü bu tek nitelik, insanın temelidir ve bu tek nitelik, insanı evrendeki bütün öteki şeylerden ayırır.
Bir gün ölürsem, bekleyeceğim, pazar olsun da kızlar gelsin gelsinler gömütlüğe, sağımda solumda dikilip dursunlar, eğilip mezarın birinden çiçek koparsınlar; işte o zaman usulcacık bir ezgi mırıldancağım.