Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
babasından yaşlı bir oğul..
Albert’in henüz ilk yaşı dolmadan başlayan I. Dünya Savaşı (1914-1918), Camus ailesinin babasının ölümüne neden olacaktı. Savaşın hemen başlarında cereyan eden Marne Muharebesi sırasında ağır yaralanan baba Lucien Auguste, 11 Ekim 1914’te yaşama veda ettiğinde, küçük oğlu Albert henüz 11 aylıktı. Albert Camus’nün babasına dair hafızası, yalnızca birkaç fotoğraf ve annesinin anlattığı birkaç hikâyeden ibaretti. Dahası, Camus, babasının mezarını dahi ancak 40 yıl sonra, yani 40 yaşındayken bulabilecekti. Babasının mezarının başına geldiğinde, onun 29 yaşındayken öldüğünü anımsayan Camus, bu mezar taşının altında yatan adamın, yani hiç tanımadığı babasının kendisinden daha genç olduğu düşüncesiyle sarsılmıştı. Camus’nün ölmeden önce üzerinde çalıştığı, ölümüne neden olacak trafik kazasında elyazmaları halinde yanında bulunan ve ancak ölümünden 34 yıl sonra bu elyazmaları birleştirilerek yayımlanacak olan otobiyografik romanı İlk Adam’da (Le Premier Homme) söylediği gibi: “Oğulun babadan daha yaşlı olduğu yerde, yalnızca çılgınlık ve kaos vardı.”
'Yıllar geçmiş, ne yapalım?' diyor sonunda. Ama çok iyi hatırlıyorum: Çok koşuşurdu, durup dinlenmek bilmezdi, hep bir şeylerin eksikliğinden söz ederdi, ne yazık ki neyin eksikliğinden söz ederdi hatırlamıyor. Canım, herhalde Mustafa sayesinde bu eksiklikler giderildi. Peki bu konuyu hiç düşünmediniz mi? Düşündünüzse bir kenara yazmadınız mı? Unutmuşuz işte: Nerde bizde Mustafa'nın hafızası. Ha, evet hafızası çok kuvvetliydi. Ne güzel şeyler anlatırdı. Insan bir kenara yazmayı akıl edemiyor ki. "Neden yazsınlar? Mustafa, meydan muharebesi kazanmadı ki. Harbi Umumi'de esir mübadele komisyonunda da bulunmadı. Bayındırlık bakanı olmayı da anlaşılmayan bir sebeple, kabul etmedi ki gazetede resmi çıksın. Radyoda, atomu ve Einstein'ı basitleştiren konuşmalar da yapmadı. Cumhuriyet'in ilanı sırasında orta yaşlı biri olsaydı, ne yaparsa yapsın, bir caddeye filan adı verilirdi. Ne yazık ki, o yıllar da geride kalmıştı. Artık zor yıllar yaşanıyordu. Herkes bir telaş içindeydi. Üniversitede profesor diye kapıya kart iliştirmek bile yetmiyordu artık; doktora yaptırmak diye bir şey çıkmıştı; profesörler iki yabancı dil bilecek, diye bir söylenti dolaşıyordu. Doçentlik tezi, kollokiyum, bilimsel araştırma ve daha bir sürü yabancı deyimden söz ediliyordu. Tozdan dumandan ferman dinleyecek hal yoktu kimsede. Kimsenin, mekanikte temel yenilikleri kim yapmış diye ilgilenecek hali yoktu. Herkes kendi derdine düşmüştü. Peki, herkesin kendi derdine düştüğü bir sırada Mustafa İnan ne yapıyordu? 'Kamil bir insan' olmaya çalışıyordu.'
Sayfa 129 - İletişim YayınlarıKitabı okudu
Reklam
"Nefis muharebesi" uzun bir yoldu, hayat kadar uzun bir yol. İnsanın bütün bir ömür boyunca heyecan içinde yaşaması ve yaşarken de durmadan kendisiyle hesaplaşması demekti bu.
Sayfa 132Kitabı okudu
Yüzyılların geleneklerine, alışkanlıklarına karşı her cephede savaşılıyordu. Bu savaşın, Kurtuluş Savaşı gibi başarıyla sonuçlandığını, ya da Başkumandanlık Meydan Muharebesi gibi kesin bir sonuca ulaştığını söylemek güçtü.
Yüzyılların geleneklerine, alışkanlıklarına karşı her cephede savaşılıyordu. Bu savaşın, Kurtuluş Savaşı gibi başarıyla sonuçlandığını, ya da Başkumandanlık Meydan Muharebesi gibi kesin bir sonuca ulaştığını söylemek güçtü. Mustafa İnan da meseleyi kendine göre düşündü. Bu kadar çok cephede savaşmak gerekli midir? Düşman bu kadar çok cepheli midir? Yoksa bazı dostlara karşı da düşman sanılarak savaş mı açılmıştır?
Her şey her gün değişiyordu. Önce harfler değişmişti, yepyeni bir yazı çıkmıştı. Eski yazı da bir çırpıda ortadan kalkmamıştı tabiî. Eski ve yeni her konuda yan yana yaşıyor, karşıt anlayışlar birbirlerini yok etmeye çalışıyorlardı. Aydınlar, yeni harflerle basılan kitapları okuyorlar ve kitaplar üzerindeki düşüncelerini eski harflerle bir kenara
Reklam
Her şey her gün değişiyordu. Önce harfler değişmişti, yepyeni bir yazı çıkmıştı. Eski yazıda bir çırpıda ortadan kalkmamıştı tabi. Eski ve yeni her konuda yanyana yaşıyor, karşıt anlayışlar birbirlerini yok etmeye çalışıyorlardı. Aydınlar yeni harflerle basılan kitapları okuyorlar ve kitaplar üzerindeki düşüncelerini eski harflerle bir kenara yazıyorlardı. Yüzyılların geleneklerine, alışkanlıklarına karşı her cephede savaşılıyordu. Bu savaşın, kurtuluş Savaşı gibi başarıyla sonuçlandığını ya da Başkumandanlık meydan muharebesi gibi kesin bir sonuca ulaştığını söylemek güçtür. Mustafa inan da meseleyi kendine göre düşündü. Bu kadar çok cephede savaşmak gerekli midir? Düşman bu kadar çok cepheli midir? Yoksa bazı dostlara karşı da düşman sanılarak Savaş mı açılmıştır? Tanzimatdan beri bu ülkede biraz karışık ve belirsiz bir savaş veriliyordu. Eski kültürün medeniyetin yanı sıra batıdan bazı birlikler getirilerek savaşa sokulmuştu. Yüzyıl kadar önce de yeni görünüşte bir takım adamlar çıkmıştı ortaya bu adamlar ülkeye yeni ayak basan yabancılar gibiydi. Her konuda değişik görüşlerle ortaya çıkarak, her konuda bir şeyler yapmaya çalışıyorlardı. Fransız ansiklopedicileri gibi bir şeydi bunlar. Her telden çalıyorlardı: Ahmet Mithat efendi tek başına bir gazeteyi dolduruyor, Namık Kemal de tiyatrodan romana, şiirden siyasete kadar her konuyu deniyordu. Her şeyden biraz bilmeye çok önem veriliyor. Herkes her şeyi biliyordu herkes her şeyden anlıyordu.
Yılmaz Özdil, Son Cüret, Sia Kitap, Ekim 2020
NOTLARIM: Milli mücadelenin ilk direniş bildirisi Mekteb-i Sultani’ de yapıldı. Alsancak X Punta / Bahribaba Parkı X Maşatlık olmuştu. Yunan halkında Megali İdea anlayışı
Şarlken ve Kanuni Mısır, Suriye ve Hicaz'ın ani fethi sonrası Osmanlı sultanları “Hâdimü'l-Haremeyni's-Şerefeyn” gibi dini unvanları ön plana çıkarip İslam dünyasının liderliğine soyunurken, Şarlken'in şahsındabirçok toprağın birleşmesi, Hıristiyan dünyasını (Universitas Christiana) tek bir hükümdar altında bir araya getirme projeleriniortaya
Şarlken ve Kanuni Mısır, Suriye ve Hicaz'ın ani fethi sonrası Osmanlı sultanları “Hâdimü'l-Haremeyni's-Şerefeyn” gibi dini unvanları ön plana çıkarip İslam dünyasının liderliğine soyunurken, Şarlken'in şahsındabirçok toprağın birleşmesi, Hıristiyan dünyasını (Universitas Christiana) tek bir hükümdar altında bir araya getirme projeleriniortaya
Reklam
Önce harfler değişmişti, yepyeni bir yazı çıkmıştı. Eski yazı da bir çırpıda ortadan kalkmamıştı tabiî.Eski ve yeni her konuda yan yana yaşıyor, karşıt anlayışlar birbirlerini yoketmeye çalışıyorlardı. … Her gün yüzlerce yeni kelime ortaya atılıyor, bir gün önce ortaya atılmış olan yüzlerce kelime siliniyordu.Bu arada eski kelimeler de yara alıyordu, ortadan kalkıyordu. İki taraf da ağır zaiyat veriyordu. … Yüzyılların geleneklerine alışkanlıklarına karşı her cephede savaşılıyordu. Bu savaşın, Kurtuluş Savaşı gibi başarıyla sonuçlandığını, ya da Başkumandanlık Meydan Muharebesi gibi kesin bir sonuca ulaştığını söylemek güçtü. ...Bu kadar çok cephede savaşmak gerekli midir?Düşman o kadar çok cepheli midir? Yoksa bazı dostlara karşı da düşman sanılarak savaş mı açılmıştır?
Tekrar Ömer Seyfeddine, Ülkücü Bir Yazarın Romanı'na döndü... 1968 yılında basılan bu otuz yıllık kitabın arka kapağında Ömer Seyfeddin'in askeri üniformalı bir resmi ve resmin al- tında bir paragraflık bir not vardı. Okudu: "Evet, İtalya Muharebesi, Balkan Muharebesi... Ben Yanya Kalesinde esir oldum. Yunanistanda bir seneden ziyade esirlik... İstanbula gelip kendimi toplamaya başlaya- cağım zaman annemin ölümü... Sonra Cihan Harbi... İşte dört senedir bu felaketli harbin buhranı içindeyiz. Yarım okka ekmek otuz kuruşa satılırken kim edebiyatla uğraşabilir? Ama ben uğraştım."
Sayfa 35 - Çoban
Don Kişot’un yazarı Cervantes, İnebahtı’da kolunu na­sıl kaybetti?
Don Kişot’u herkes bilir. Miguel de Cervantes Savedra’nın yel değirmen-leriyle savaşan şövalyesinin romanı bütün dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de pekçok kişi tarafından okunmuştur. Don Kişot’u, atı Rozinante’yi ve seyisi Sanço Panço’yu hemen hatırlarız. Günlük hayatımızda sık sık sıra dışı bir işe soyunanlara da, “Donkişotluk yapma” denildiğine
16 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.