33 yıllık bir saltanatın tam olarak tanımıdır bir kaplanın sırtında koşturmak. Hele hasta bir imparatorluğun o güçlü ayak sesleri cılızlaştığında, o kaplan gün gelip sırtından attığında seni yine de karşısında o güçle durabilecek bir padişah var mıdır?
Evet, Abdülhamid’in kaplanın sırtından indirildiği, bir gecede kılık kıyafeti bile olmadan ailecek sürgün edildiği Selanik’te neler yaşadığını okuyoruz bu kitapta. Kitabı Sultan Abdülhamit’in ağzından anlatılanları her gün onu ziyaret eden doktorunun kaleme dökmesiyle dinliyoruz.
Yaşanan saray entrikaları, diğer ülkelerle olan ilişkilerden tutun da Abdülhamid Han’ın özel hayatına, aile yaşantısına,yurt dışı seyehatlerine ve ölüm korkusunun ensesinde bir nefes gibi her an nasıl durduğuna kadar tanık olduğum; tüm gerçekleri bir çırpıda soluksuz okuduğum bir kitap oldu. Bitsin istemedim. Devam etseydi keşke, uzatsaydı biraz daha dediğim ender kitaplardan.
Hiç bilmediğim yönlerini öğrendim; hem kendisinin hem Osmanlı hanedanının. Yeri geldi neyi hangi sebeple yaptığına, kendini anlatma çabasına tanık oldum. Anlamaya çalıştım, empati kurmaya… Tam bir ters köşeydi bu kitap benim zihnim için. Koskoca Osmanlı padişahı zihnimde aynı doktorum hissettiği gibi padişah olmaktan çıktı, bir insanın hayatının romanını okur gibi okuttu kendini. İşte bu noktada tarihi gerçekleri romanlaştıran Livaneli kaleminin gücü devreye girdi.
O yüzden hiç susmasın kalemin Zülfü Livaneli. Senin yazarlığını eleştirenlere verdiğin en güzel cevaplardan biri bence 5 yıl araştırarak, ilmek ilmek işlediğin bu romanın.
Serenad, Kardeşimin Hikayesi gibi kitaplarını hiç söylemiyorum bile.
Anna Karenina, 
Savaş ve Barış (2 Cilt Takım) gibi büyük klasiklerin
Fyodor Dostoyevski’nin bir kitabını okumaya başlasam derin bir nefes alırım. Zira onun kahramanlarının hikâyesi üzerinden insan ruhunun dehlizlerinde dolaşmak ve dolaşırken şahit olunanlara dayanmak o kadar kolay olmuyor. O bir