Gerçek anlamda sevgi, diğer insanları da kendimiz kadar sevebilmeyi içerir, kendimizden çok ya da kendi yerimize değil. Bir başka deyişle, sevgi, diğer insanların seçimlerini kendi seçimlerimiz gibi sevebildiğimizde gerçekleşir. Ama sevgi tek bir yaşantı değil süreçtir. İnsanın kendisini savunmasızca ortaya koyabilmiş olmasının acılarını ve zaferini içeren bir süreç. Mutluluk o anda yaşanılan her şeyi hissedebilmektir. Dünyamızla karşılıklı etkileşimlerimizde keder de yaşanır sevinç de. Mutsuzluk, yaşama katılacak yürekliliği gösterecek yerde, insanın kendi içinde ürettiği ve gerçek dünyayla ilgisi olmayan duygularla yoğrularak kendini yaşamaktan kaçınma sonucu yaşanan bir olgudur. Mutsuz insan, kederine karamsarlık, sevincine kaygı katar, gerçeğini doyasıya yaşayamaz. Çünkü kendine karşıdır.
Oysa yaşamak ve sevmek birbirinden ayrı olgular değil, bir bütündür. Kendimizi yaşayabildiğimiz ve beraberliklerimize bir şeyler katabildiğimiz her yerde sevgi vardır. Ama bu, içinde bulunduğumuz kısırdöngülerden özgürleşip, her yaşantı parçasının bizi çevreye yönelik yeni bir etkileşime doğru harekete geçirmesiyle gerçekleştirilir. Bir başka deyişle, sürekli yaşantı üretebilmeyi içerir. Dünyamızla beraberliğimizde bu sürekliliği ya da ileri doğru hareket eden süreci gerçekleştirebilmek, kendini yaşamakla eşanlam taşır.
Doğu alemi, kader, kısmet ve önceden belirlenmiş hayat çizgisi gibi kavramlardan söz ettiği ölçüde bilimsel Batı onu hor görür genellikle. Oysa simdi, hayat çizgisini önceden belirleyen Şey, düğme. Tüm eylem süreçlerimiz ve bunların sonuçları önceden biliniyor. Seçimlerimiz, düğmenin sunduğu seçeneklerle sınırlandırılmış. Düğmeye basmanın sonucu, ürünü imal eden firma tarafından garanti edilmiş durumda. Eylemlerimiz önceden belirlenmiş olmakla kalmıyor, bunların garantisi bile var. Aynı. Tutarlı. Asla değişmez. Yenilik ihtimali sıfır. Yaratıcılık sıfır. Özgürlük sıfır. Totalitarizm. Yaşamlarımız gitgide daha mekanik, gitgide daha düzenlenmiş, gitgide daha düşüncesiz ve duygusuz bir rutine tabi kılınıyor. Gelecek yüzyılın duygu teknolojisi, açlık, orgazm, şehvet, saldırganlık gibi duyguları bile düğmeye bir basışta hissetme ya da tatmin etme olanağını verecek bize. Zaman kazandıran makinelerin ve düğmeli kontrol mekanizmalarının bize görünürde sunduğu sonsuz sayıdaki seçim, çok küçük ve sınırlı bir bağlamın içinde yer alıyor aslında. Kendi totalitarizmimizin kurbanlarıyız. Her düğmeye basışımızda davranış çeşitliliğini, atalarımızdan kalma davranış tarihini yok ediyoruz. “Zıp, sen öldün.”
11 Mart 1987, Marburg