Ağlama
İntiharım olur sesin
Kül rengi bulutlar kaplar yüreğimin göklerini
Yağar mavi,
Ağlar mavi,
Kanar mavi ,
Ağlama,
İçimde bir ilkbahar ölür sen ağlarsan
Bütün renkler susar anlamını gözlerimin kalbine
Solar yeşil ,
ağlar yeşil ,
kanar yeşil
Ağlama,
İçimde bir şiir ölür
Solar kelimeler,
ağlar kelimeler
kanar kelimeler
Ağlama
İçimde İstanbul ölür
Sen gül,
Gül ki gülsün Nisan
Gül ki çiçek açsın şiir
Gül ki tomurcuklansın umudum,
Gül ki güller açsın yaralarımda
"Sesin rengi en güzel infilak!"
"Başka değil, sadece bir tek çığlık olmuş,
derhal hepsi toplanmış huzurumuza getirilmişlerdir."
Bizi huzura getirecek bir sayhadan önce seslerimizi nerelere duyurmak istedik de duyuramadığımızdan bir alev topuna dönüverdi? Kim gördü muhatabına ulaşmak için sesin yola çıktığını, sonra da
Sevgili Anneciğim,
Binlerce kez açıldım, binlerce kez kapandım yokluğunda
Kocaman bir dağ lalesi gibi
Ve kapkara göbeğini dünyaya fırlatacakmış gibi duran.
Şimdi mucizevi bir yerdeyim
Muc’ın ucuz evinde
Sanki mürekkebi rutubet olan bir kalem
Duvarlara hep senin resmini çiziyor
di’li geçmiş zamanda birçok resim,
Hep gülümsüyorsun
Aklının ortasında
“Deniz’ in sesin duysan, boğulursun sözlerinde. Bakışlarında, mavi bir gökyüzü değil kopkoyu bir kahverengi görürsün. Bilirsin ki; bu toprak rengi bakışlar, mezar olmuş sana.”
Malaparte’nin deyişiyle; “Sessizliğin saflığını herhangi bir sesin bayalığıyla lekelemeden” bu mahvolmuş kitabı, yani can çekişen ‘Kaputt’u anlatmanın başkaca bir yolu yok. O kadar kederlidir ki, nüktedanlığında bile bıçaklanmayı hissedersiniz. Sözcüklerin peşinde giderken, ferasetini anlamak üzere bir an duraksamaya görün, hemencecik bitiyor yanı
Arıyor ya biri durmadan, bu da tepkisi sesini duyanın.
"Demedim."
"İt' dedi bana."
"İt'mi dedim?"
"Dememişmiş!"
"Kimliğim bana âit", dedim. "Ne karışıyorsun sen? Ben kendi kendim olacağım", dedim. (Bu satırların yazarı diyaloğun arasına girip ekleyiverdi: "Hayat bize çok kapsamlı bir bağıştır.")
Dedim, diyen sürdürüyor konuşmasını: "Hele şu 'Âit'i bir daha söyle bakalım: aa diyorsun, şaşırmış, bitiştirerek okunması gerekirken - tabiî, A uzun okunarak- it'i ayrı okuyunca da 'it!' dediğimi çıkarıyorsun sana."
Âitçi içinden şunları da geçirmiyor değil: "Onun 'it' dediği benim asıl. Bana 'it' diyor eminim. Bal gibi bana diyor köpek! Çoğu hâlde, sinirimize basanlara, 'İtlik yapma be!' demez miyiz? burnunu sokup ortalıkta birşeyler de karıştırıp duruyorsa hele de. Ben de ortalığı karıştırıp duruyorum onun gözünde. 'Kimliğim bana âit', dedim mi, sinirine basmak ne kelime, boğazına sarılmış oluyorum onun. Yâni, öyle değil mi?
Beni kimliksiz bırakanın o olduğunu, beni onun maymuna dönüştürdüğünü ifade etmiş olmuyor muyum? Doğrudan o olmasa da, o değil mi işte bu da? Kimliğimi ruhumdan, omuriliğimden kazıya kazıya aldığı için sürdürmüyor mu bu oyununu? Kimliğimi istemiş olunca da, masanın örtüsünü çekiverip ortalığı birbirine katacağımı sanıyor."
Dere gibi ter: derilerine saplanmış 'şablon' parçalarını çıkarmaya uğraşanlar, uğraşanlar... Bir cümlenin âsi bakışı kanını fokurdatsa da, yazar, kalemini sağlam tutmalı: sesin rengi en güzel infilâk.
Siz hiç bir rengi duydunuz mu? Ya da bir sesin tadını aldınız mı? Bir şarkı ya da belli bir nota size en sevdiğiniz tatlıyı yiyormuşsunuz gibi hissettirdi mi? Haftanın belirli bir günü veya mesela Temmuz sizin için 3 boyutlu göründü mü?
Ve bunların yanında sayamayacağımız birçok örneği yaşayan bir grup insan olduğunu biliyor muydunuz? Bu bir hastalık değil, bir sendrom, bir bozukluk. Değil. Bir yere konulmuş da değil henüz. Ama bir adı var. Sinestezi…
Bunu yaşayanlara da sinestet diyorlar. Ve benim gibi bu olguyu yaşamayanların hayal bile edemeyeceği bazı özelliklere sahipler…
youtu.be/XHEXK6GxzwU
Anmak kaçınılmaz bir gürültüdür, yankılanır da
Gider anılarına döner kendisine seslenir.
Aralık suskularda uğuldar, art arda aralıklarında
Kendisini silerken derinleşir, unuttura unuttura beslenir.
Söylemek bir başka şeyi saklamak
Da değil midir..
Dedim ama gözler de bakarlar da;
O ise yüzünde silinirken yüreğinde çizgilenir.
Anmalarda
...Şiirlerimde yalnız senin sesin var
Senin şiirlerinde,biliyorum benim soluğum esiyor
Ah bir ateş ki cesareti yok
Ne unutuşa,ne korkuya dokunmaya...
Bir bilsen nasıl seviyorum şu an
O kuru dudaklarını,gül rengi!