Di nava şevê
Li bine hîv û sterkê
Pel û baskemin şikestîye
Ma me li welatê xerîbîye
Ay dîlbere, şeve tarîye
Wan cawe min te nabîne
Ez dur ketim li welatê xwe
Ma me li welatê xerîbîye
Ez nizanim ev cend sale
Ev dem bı min xwen û hayale
Min te li xwe nedît ey dîlbere
Ez ma me li welatê xerîbîye
Dilê Çiya
Dedem gelsin sonra. Akşam oldu hey, diye gürlesin. Beni görünce dinginlesin. Hemen ellerine atılalım. Opelim. Sút mù bu kokan? Tarladaki başağın özü mü yoksa? Köy sinmiş süveterine. Sarıldıkça. Buram buram. Bütün sev- diklerin gelsin. Hepsine doy. Doyalım da kalkalım sofradan. O gün olduğu gibi. Gece orada kalalım. Sohbet, muhabbet. Çocukluğun dökülsün çocukluğuma. Gün ağarınca dönecek olalım, ninemle dedem bize bakıp içlensinler. Yine gelin, açmayın arayı böyle, desinler. Ninemin elinde bir sepet kızılcık. Sana uzatsın. Şerbet yapasın kuzuma. Şerbet yapasın...
Ey can, insanların son sözünü duymak istemiyorsan, ön sözünü iyi okuyacaksın. Eğer okumazsan hep yaralanan sen olacaksın. Çünkü kupkuru bir çölde filiz olup boy vermek çok zordur. Elbette zorluğa talip olmak gere- kir fakat ıslahı mümkün olmayanları yola getirmek için beyhude bir çaba ile yıpratma kendini. Sen sadece havale et. Sen sadece olduğun gibi sev. O yüzden hep derim ki "Aşk kendini bulmak değil, kendin olmaktır." Kendin olduğun zaman göle düşen damla gibi olursun, ne aslını kaybedersin ne de sevgini unutursun. Unutma ki insanın içinde var olan, dışarıda aranmaz.
Neden bütün bu dünyada yaşanan her anı ufacık bir yönetim altında tutmanızın bu kadar önemli olduğundan bu kadar eminsiniz? Neden sadece olmasına izin vermiyorsunuz?
Bizler gezegende kendisine armağan -ya da belki lanet- olarak kendi ölümlülüğünün farkındalığı lütfedilmiş tek türüz. Buradaki her varlık er ya da geç ölecek; bizler yalnızca bu gerçeği her gün düşünmeye başlayan şanslılarız. Bu bilgiyle nasıl başa çıkacağız?