Çünkü hiç kimsenin "doğru" kişi olmayışı bir yana, eşini anında kalıcı, karşılıksız aşkla sarmalayabilecek, birlikte yaşaması kolay kimse de yoktur. Temel aksiyomlardan birdir bu: Birlikte yaşaması kolay hiç kimse yoktur. Sadece zorluk dereceleri vardır ve eşin parıldayan elmaslarla değil, itici inançlarla, alışkanlıklarla, nevrozlarla, ruh halleriyle, hastalıklarla, tutkularla ve kötü zevkle kaplı olduğunu (nahoş akrabalar ve kabul edilemez arkadaşları hiç saymıyorum) anlamak elzemdir. Birlikte yaşamak tüm bu bayağılıkları ve sefillikleri ortaya serer. Mum ışığında baştan çıkaran parlak saçlar duş altında mat keçeye, coşkuyla kalkan uzuv, klozetin başında idrar sızdıran sarkık, büzüşmüş bir et parçasına dönüşüverir. Birbirine uygunluk diye bir şey varsa, doğal bir önkoşuldan çok, yoğun çabayla kazanılan bir ürün olmalıdır. Ama eşin sinir bozucu alışkanlıkları ortaya çıkarken daha zoru, insanın benzer veya eşdeğerlerini kendinde görüp kabullenebilmesidir. Özellikle birbirlerine çok düşkün ebeveynlerin çocukları kendi aşırılıklarının doğal, en iç kaldırıcı alışkanlıklarının bile hoş olduğunu zannederler.
Hiç kimseyle yaşamak kolay değildir ve sevginin nihai, en son hali diye bir şey yoktur. Sevgi, mutluluk gibi süren ve hiç bitmeyen bir süreç, bir tür yaratıcı ortak projedir. Ve mutlulukta olduğu gibi, sevgide de tatmin bulma çabası
tatmin bulmaya dönüşür.