Güzel ve emsalsiz bir kar tanesi değilsin. Herkes gibi sende o çürüyen organik maddeden yapılmasın. Hepimiz aynı pürenin parçasıyız. Kültürümüz hepimizi aynı yaptı. Artık kimse gerçek anlamda beyaz ya da siyah, zengin ya da yoksul değil. Hepimiz aynı şeyi istiyoruz. Teker teker, hiçbirimiz hiçbir şey değiliz.
Beyazın gelişi olaydır. Aniden çıkar açığa. Sökün eder. Karadeniz’in siyah dalgaları üzerinde birdenbire beliren köpüklü taçlar bembeyazdır. Kar aniden örter bütün çirkinlikleri. Işıklı bayırlar bir gecede donanır papatyayla. Mevlevi cübbesi siyahtır, beyaz tennure onun ardından bir anda açılır.
Bulgaristan'da, herkesin Elena diye tanıdığı bir kızken en sevdiği oyunlardan biri siyah bir kadifenin üstünde kar taneleri yakalamaktı. Her seferinde koşarak eve gelirdi hazinesini annesine göstermek için ama kumaşı açtığında kar taneleri gitmiş, geriye yalnızca ıslak izleri kalmış olurdu. Büyüdükçe ve peşinden koştuğu her emeli elinden kaçırdıkça bütün güzel şeylerin geçici olduğuna karar verdi. İnsanlar hoş bir kadın gördüklerinde zamanla saçlarının ağaracağını ya da cildinin sarkacağını düşünmüyorlardı, bunların olacağını bildikleri halde. Onun yerine seçili bir anın cazibesini alıp zihinlerinde ebedileştiriyorlardı. Kimse görmek istemiyordu güzelliğin, zamanın siyah kadifesinde erimeye mahkûm bir kar tanesi olduğunu.
Ahhh o siyah önlükler ve kar beyazı yakalıklar! O dönem nasıl da nefret ederdik ama gelin bir de şimdi sorun bize! Yeniden giymek için can atarız, can!
...
Sonraları siyah önlükler kalktı ve önce mavi, daha sonra da diğer renklerde önlükler giyilmeye başlandı. Fakat biz siyah önlük giyip beyaz yaka takan nesil, her zaman şimdiki nesilden daha şanslı olacağız! Evet, birçoğumuz siyah önlük giymek ve yakalığımız yana kaymış vaziyette, tebeşir tozlarına bulunmak istiyoruz! Keşke, keşke...
Kabil'in kışına bayılıyordum. Geceleri pencereme pıtır pıtır vuran kar tanelerine, yeni yağmış karın siyah,kauçuk botlarımın altında ezilirken çıkardığı çıtırtıya, rüzgar bahçelerde, sokaklarda uğuldarken demir sobadan yayılan sıcaklığa bayılıyordum. Ama en çok da, ağaçlar donup yollar buz tutunca, Baba'yla aramdaki buzların azıcık da olsa erimesine. Bunu sağlayansa uçurtmalardı. Baba'yla aynı evde yaşıyorduk, ama farklı dünyalar da. Uçurtmalar bu iki dünya arasındaki, kağıt inceliğindeki kesişme noktasıydı.
Kağnı tekerleklerinin siyah izlerini taşıyan yollar, beyaz kar sahralarının ortasında, bir ölü elinin mor damarları gibi kıvrıntılar yaparak uzuyordu...
İnsan neden gülümser ki kar tanelerine
Kışın soğuğuyla neden ısıtır içini
Siyah bir klarnet beyaz nağmeler üflerdi
Yağmurun gökyüzüne bıraktığı griliğe
Erirdi evrenin en temiz çarşafı
Yalan denizinde yıkanmaktan içten içe
Bir çocuk pencere başında sebepsiz izlerdi
Sert rüzgarların savurup yaktığı inzivaları
Yalnızlıktı ismi yok oluşların
Ölülere mahsustu yaşamak
Kırılmıştı ön yargılara çarpmaktan
Simurg'un ihtişamlı kanatları
Sönmüştü vedalardan mütevellit
Hanelerin sevda tüten ocakları
En akıllıca işti delirmek
Biz de öyle yaptık
Yoksa
İnsan neden gülümserdi ki kar tanelerine.