Bilirsiniz ki şeriat, herkesin masum ve borçsuz olduğunu, suç ve borcun sonradan geldiğini kabul eder. Hâl böyle olunca, elimizde şahit veya ispat yoksa kimseyi suçlamak bize düşmez. Birinin suçlu olduğunu ima etmekle de kendimizi suçlu durumuna düşürürüz.
Hepimiz bir konuda başvuruda bulunmak istiyoruz! Herkes, her ne pahasına olursa olsun, masum olmak dileğinde, hatta bunun için tüm insan soyunu ve Tanrıyı suçlamak gerekse bile. Bir insanı zeki ya da yüce ruhlu kılan çabaları övmekle onu sevindirirsiniz.Tersine, onun doğal yüce ruhluluğuna hayran olursanız, yüzü ışıldar. Buna karşılık, bir suçluya, hatasının doğasından ya da karakterinden değil, talihsiz kosullardan ileri geldiğini söylerseniz size derinden minnet duyar. Dahası, savunma sırasında ağlamak için bu anı seçer. Ne var ki, doğuştan dürüst yada zeki olmakta bir meziyet yoktur. Nasıl ki doğuştan suçlu olmakla koşullar gereği suçlu olmak arasında sorumluluk bakımından fark yoktur kuşkusuz.
Yazı insanın hayatını karartabilir, onu suçlu gibi gösterebilir, hatta onu mahvedebilirdi. Aynı şeyi bir belgesel görüntü yapamazdı mesela. Çünkü onu seyreden insanlar, bu buluşmadaki sıradanlığı, yüz ifadelerini, dostça şakalaşmaları görebilir ve her şeyin masum bir buluşmadan kaynaklandığını anlayabilirdi. Ama yazı insanların düşgücünü harekete geçirip, en masum hareketlere olmadık anlamlar yüklemesine sebep oluyordu. Gazetelerin ve polisin elindeki en korkunç, en yıkıcı güç de buydu.
Ama sonra “Edebiyatın gücü de buradan geliyor” diye düşündüm. “Tolstoy da kitap yazdı, Adolf Hitler de. Sorun yazıda değil, kimin ne amaçla yazdığında. Tanrı bile kendini yazıyla anlatıyor.
- Söyle bakalım, bir sanığın suçsuz olduğunu ilan etmek, soruşturmanın başarısız olduğu anlamına mı gelir?
- Soruşturma, masum bir insanı suçlu ilan etmek için tasarlanmışsa, evet.