Ütopya’nın anlatıldığı asıl kitabın içeriğinden ziyade Mina Urgan’a ayrılan ve Thomas More’un yaşamının anlatıldığı kısımda; Thomas More’un tatlı mizacı, dünya zevklerini umursamaması, hep neşeli oluşu, ailesine düşkünlüğü, yanlışa ne pahasına olursa olsun yanlış demesi, tüm İngiltere halkı ve çevresi tarafından sevilen bir adam oluşu, güzel yaşamı ve en az Sokrates’inki kadar şanlı ölümü etkiledi beni.
“İnsan, ölümü bile göze alarak, her çeşit zorbalığa karşı vicdanının özgürlüğünü korumak zorundadır. Ve belki de More, Katolikliğinden çok bu inancından ötürü idam sehpasında can vermiştir.”
Bu kısmı okuduktan sonra kısmen beğendiğim birinci kısım daha anlamlı hale geldi zihnimde. More’un sözcülüğünü yapan denizci yalnızca o günkü Avrupa’nın durumunu ustaca eleştirmekle kalmamış, More’un hayatından kesitleri de kendi yaşamına aktarmıştı...
“Şunu da saklamayacağım ki, Ütopya devletinin birçok özelliklerinin bizim kentlerimizde görmeyi isterdim: Bir umuttan çok, bir dilektir bu.”