Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

zulal

"Mutsuzluk getiren her şeyde bir parça yalnızlık vardır. Yalnızlığın olduğu yerde de dert. Anlayacağınız dertsiz yalnızlık yok.”
Reklam
Boylu boslu olunca dünya iyisi mi oluyormuş insan? Sevilmeye layık değil mi çirkin dedikleri? Hem neye, kime göre çirkin? Hani Allah'ın yarattığı her şeyde varmış bir nizam, güzellik. Allah'a inanırmış da beş vakit namaz kılarmış. Peh... Onları yaratan Allah da bizi yaratan cehennem zebanisi mi?
Nasıl geçer bu öfke? Akşamdan sabaha kırk bir kere tövbe çektim. Ulaşmamış mıdır semaya?

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Ölüm? Nedir ölüm? Nefesin tükenmesi mi? Anne karnından adım atıyor dünyaya insan. Ağlıyor. Gülüyor. İyiliğe düşüyor önce. Sonra kötülüğe bulanıyor. Doğanın ayağında pranga halini alıyor zamanla. Ve dur diyor doğa. Vakit geldi. Ve geliyor vakit. Göçüyor biri daha toprağın derinliğine. (Toprakta büyür mü insan?)
Yaşarken çok ağlamak istediğim zamanlar oldu. Başaramadım. Gözyaşlarımı içimde tuttum. Ağlamaya başlar da duramazsam diye korkardım, taşarsam, kendimi bir gözyaşı selinde bulur ve diye.
Reklam
Mutsuzluk, karanlık bir hücredeki ışığın yokluğundan daha şiddetli bir şekilde Tanrı'yı yok kılar. Bir tür korku hali tüm ruhu bu esnada kaplar. Bu yokluk boyunca hiçbir şeyi sevmek mümkün değildir. En berbat olanı, bu karanlıklarda tutunup sevilecek bir şey bulamayan ruhun, aşktan vazgeçişidir. Öyle ki, Tanrı'nın yokluğu adeta bir kesinlik kazanır. Ardından Tanrı, bir gün açık edip, tıpkı Hz. Eyüp'e gösterdiği gibi dünyanın güzelliklerini gösterecektir. Ama ruh, aşkı inkıtaa uğratırsa, neredeyse cehennemden daha derin bir uçuruma düşülecektir.
Gerçekten tek bir mutsuzluk vardır ki, hayatın tüm alanlarına nüfuz eder. Toplumsal, psikolojik ve fiziki tüm satıhlar bu tek mutsuzluğun boyunduruğuna girer. Toplumsallık en başat etmendir zira mutsuzluk asıl sirayetini toplum içindeki hayatın alçalması ve bu alçalmanın kişide yarattığı tasa ile kendini açık eder.
Birdenbire çok yorulduğumu, taşıyamayacağım kadar yaşantı üstlendiğimi ölürcesine algıladım. Kitapsız, sanatçısız, tartışmasız bir yaşamın özlemi sardı benliğimi.
Tam olarak şöyledir diyebiliriz ya hayat: Kendi yarasında uzmanlaşır herkes.
"Ona yalan söyledim, kendime yalan söyledim. Hep böyle oluyor! Her şey bir düş ve düşten başka bir şey yok. İnsan konuşurken yalan söylüyor ve kendi kendine konuşurken, yani düşündüğünü bilerek düşündüğü zaman yalan söylüyor. Fizyolojik yaşamdan daha gerçeği yok. Söz, toplumsal üründür, yalan söylemek için yaratılmıştır. Bir düşünürümüzün, gerçeğin de söz gibi toplumsal bir ürün olduğunu söylediğini duydum, zaten herkes buna inanıyor ve buna inanırken anlaşıyorlar. Toplumsal ürün olan yalandır..."
Sayfa 112Kitabı okudu
Reklam
Yaşamak yalnızca yaşayarak öğreniliyor ve her insan yaşamın çıraklığına yeniden başlamak zorunda...
Felaketin estetiği, öznenin zevk aldığı hazzın estetiğine karşı koymaktadır. Felaketin estetiği, hadiselerin estetiğidir. Felaket getiren şey; göze çarpmayan bir hadise, bir yağmur damlasının döndüre döndüre yükselttiği beyaz bir toz, şafak vakti sessiz bir kar yağışı, yaz sıcağında bir kaya kokusu, "Ben"i boşaltan, içselliğinden ve öznelliğinden eden, dolayısıyla mutlu kılan boşluğun hadisesi olabilir. Bu hadiseler güzeldir çünkü "Ben"e el koyar. Felaket, kendi kendisine yapışmış oto-erotik özne için ölüm anlamına gelir.
Yalnızlığın bir şey öğretmediğinden, kayıtsızlığın bir şey öğretmediğinden başka hiçbir şey öğrenmedin. Bu bir aldatmacaydı, gözalıcı ve tuzaklı bir yanılsamaydı. Yalnızdın, hepsi bu, ve kendini korumak istiyordun; dünyayla senin arandaki köprüler sonsuza dek atılsın Ama sen bir hiçsin, dünya ise öyle kocaman bir sözcük ki: Büyük bir şehirde başıboş dolaşmaktan, birkaç kilometre uzunluğundaki cepheler, vitrinler, parklar ve rıhtımlar boyunca yürümekten başka bir şey yapmadın hiç.
Sayfa 101Kitabı okudu
"Aşk? Aşk bir adamın ya da kadının tüm diğer insanlar arasından yaptığı özel bir tercihtir,"
Ekranlar, bazılarının hayatlarını teşhir ettikleri, bazılarının bu hayatları dikizlediği bir gösteri alışverişine dönüştü. Böylece ekran, çarpık bir sosyalleşme aracı olarak kültüre yeni bir boyut kazandırdı.
Sayfa 41 - Ketebe yayıneviKitabı okudu
Yaşamını bir saat gibi kuruyorsun, sanki kendini kaybetmemenin, tamamen dibe vurmamanın en iyi yolu kendini gülünç işlere vermek, her şeyi önceden kararlaştırmak, hiçbir şeyi rastlantıya bırakmamakmış gibi.
Reklam
Önemli olan tek şey yalnızlığın: Ne yaparsan yap, nereye gidersen git, gördüğün hiçbir şeyin önemi yok, yaptığın her şey boşuna, aradığın her şey sahte. Var olan tek şey yalnızlık, her seferinde er ya da geç karşında bulduğun, dost ya da yıkıcı yalnızlık; onun karşısında, her seferinde yalnız kalıyorsun, yardımdan yoksun, şaşkın ya da afallamış, umutsuz, sabırsız.
- Unutmadım, hâlâ ağır yaralıyım dersem yalan olur, dedi, iki yıl oldu, unuttum sayılır, geçti. Ama değişmedim değil, çok durgunlaştım mesela, öfkelenecek gücüm kalmadı, sevmeye hiç halim yok.
Sayfa 118Kitabı okudu
"İntihar delilik değilse, en azından müthiş bir sabırsızlık olsa gerek." J.-J. de Lingrée (1814).
Yalnızlığın büyülü çemberini kırmayacaksın. Yalnızsın ve kimseyi tanımıyorsun; kimseyi tanımıyorsun ve yalnızsın. Ötekilerin birbirlerine yapıştıklarını, birbirlerine sokulduklarını, birbirlerini koruduklarını, birbirlerine sarıldıklarını görüyorsun. Oysa sen, ölü bakışlı, saydam bir hayaletten, külrengi bir cüzzamlıdan, çoktan toza dönüşmüş bir siluetten, kimsenin yaklaşmadığı tutulmuş bir yerden başka bir şey değilsin.
Kayıtsızlığın ne başlangıcı vardır, ne de sonu; değişmez bir durumdur kayıtsızlık; bir ağırlık, hiçbir şeyin sarsamayacağı bir kıpırtısızlık, bir cansızlıktır.
Öğrenecek çok şeyin var, öğrenilmeyen her şey: yalnızlık, kayıtsızlık, sabır, sessizlik.
Reklam
Yaşam denen bu kazan, bu fırın, bu ızgara, bu milyarlarca uyarı, kışkırtma, tembih, coşkunluk, bu bitmek bilmeyen baskı ortamı, bu sonsuz üretme, ezme, yutma, engelleri aşma, durmadan ve yeniden baştan başlama makinesi, senin değersiz varoluşunun her gününü, her saatini yönetmek isteyen bu yumuşak dehşet.
Oturuyor ve beklemek istiyorsun sadece, bekleyecek bir şey kalmayana kadar beklemek: Gece olsun, saatler vursun, günler geçip gitsin, anılar silikleşsin.
Yine böyle bir günde, biraz daha önce, biraz daha sonra, bir şeylerin yolunda gitmediğini, açık konuşacak olursak, yaşamayı bilmediğini, hiç bilmeyeceğini şaşırmadan keşfediyorsun.