Vaazlarında kardeşçe sevgiyi telkin eden bir kişinin aynı zamanda anne
sevgisi, baba sevgisi, kardeş, eş ve çocuk sevgisi aleyhinde vaaz vermesi
tuhaf ama gerçektir. Kardeşçe sevgiyi savunan Çinli filozof Mo-Tzü, aileyi
her şeyin üstünde tutan Konfüçyüs ekolü tarafından haklı olarak
reddedilmiştir. Bu ekolün iddiasına göre “genel bir ‘kardeşçe sevgi’ prensibi,
aile bağlarını zayıflatacak ve toplumu yıkacaktır.” “Beni takip edin” diyen bir
kandırıcı, her ne kadar aileye karşı bilinçli bir düşmanlığı savunuyorsa veya
aile birliğini zayıflatmak için en ufak bir niyeti yoksa bile yine de, bir aile
yıkıcısı olmaktadır. St. Bernard’ın verdiği vaazlar öylesine etkili olmuştur ki
“analar oğullarının ve karılar kocalarının kandırılmaması için bu vaazları
onların duymasını engellemişlerdir:. St. Bernard yine de o kadar çok sayıda
yuva yıkmıştır ki, evlerini terk eden kadınlar bir manastır kurup orayı
dolduracak kadar kalabalıklaşmalardır”
"...
Bir çocuğun kollarını bacaklarını tutan uyuşukluk, baskı, olsa olsa kanın, suyukların dolaşımını güçleştirebilir, çocuğun güçlenmesini, büyümesini engelleyebilir ve vücut yapısını bozabilir. Bu aşırı önlemlerin alınmadığı yerlerde insanların tümü uzun boylu, güçlü, güzel vücutludur. Çocukların kundaklandığı ülkeler ise kamburlarla,
...onu saraya götürüp, giydirip, kuşatmışlar ve krallık tahtına oturtmuşlar, işte o böylece uruk Kralı oluvermiş.
Uruk, Sümer ülkesinin Tufan'dan sonra ilk var olan şehirlerinden biriydi.
Sonra avukat Don Pomponio'nun aşağı indiğini gördük.
Candarma yüzbaşısına dayanmıştı, bu da, doğrusunu söylemek
lazımsa, başka işlerini görmek için evin arkasına dolandı.
Sonra eczacı, tahsil memuru, posta mUdürü, noter geldiler,
dördü de bir tuğla yığınının arkasında işlerini gördüler.
Sonra avukat Don Ciccone, kolundan tutan bir delikanlı
ile beraber geldi. Don Abbcchio'nun ön tarafını ıslattığı
ağacın arka tarafında kusağa · başladı; bu sırada delikanlı
serbest kalan eliyle onun alnını tutuyordu. Böylece hizmetçinin
bize methettiği şeyleri ağacın dibine serilmiş olarak görebiliyorduk.
Makamacıklar, salçacıklar, sovancıklar, mantarcıklar,
patatesçikler, salatacıklar, bütün mis kokucuklarile,
bütün. lezzetçikleri y le oradaydı.
Sonra yaşlı bir belediye memuru göründü. Kendisine
"Üniversitelin derlerdi; çünkü yirmi yaşında üniversiteye yazılmıştı,
şimdi altmış yaşında hata imtihana hazırlanıyordu.
O da işini görmek için evin arkasına dolandı.
Sonra dava vekili Cuccavascio geldi. Ufak tefek, ş!şman,
inek gözlü, beygir dişli bir adamdı, tuğlaların arkasına gidip hafifledi.
“Ama sevgiliden ayrılmak bir deniz yolculuğuna çıkmaktır. Deniz kör eder, mavi kör eder, ufuk kör eder, martılar kör eder, gece kör eder, bir daha göremez insan. Uzaklara gitmek için denize açılan kör olmayı seçmiştir herhalde. Bir daha görememeyi yani.”
Düşüş hikayeleri gizliden gizliye hoşumuza gider. İflas etmiş iş adamları, geneleve düşmüş kadınlar, evden kaçmış gençler, terk edilmiş çocuklar, intihar etmiş adamlar sohbetlerimizin gizli keyifleridir. Herkes bildiği en hazin düşüş öyküsünü anlatmakla geniş sohbet ortamlarında ayrı bir statü elde eder. En acı hikayeyi biliyor olmak ayrıcalığıyla, ufak ayrıntılara girerek anlatır durur.Başkalarının düşüşleri, anlatılması en kolay hikayelerdir nasılsa.Gazeteleri okumaya üçüncü sayfadan başlamayı alışkanlık edinmiş bir toplumun bu gizli zevki, acıları her geçen gün biraz daha sömürüyor, kendileri için eğlenceye dönüştürüyor. Yeter ki başkalarının başından geçmiş olsun. Yeter ki kendi evlerine uğramamış olsun.