Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Ünlem
Çok sayıda nevrotik insanın çocukluk öykülerini incelerken hepsinde de ortak bölenin, farklı bileşenler içinde aşağıdaki özellikleri gösteren bir çevre olduğunu buldum. Değişmeyen temel düşman, gerçek bir canayakınlık ve seve­cenlik yokluğudur. Bir çocuk sık sık yaralayıcı (travmatik) olarak değerlendirilen -aniden sütten kesme, arasıra dövme, cinsel de­neyimler gibi- birçok şeye dayanabilir, ancak içten içe sevildiğini ve istendiğini hissettiği sürece. Bir çocuğun, sevginin gerçek ol­madığını açıkça hissettiğini ve uydurma gösterilerle aptal yerine konamayacağını söylemeye gerek yok. Çocuğun yeterli sıcaklık ve sevecenlik alamamasının ana nedeni, annenin ve babanın kendi nevrozları yüzünden bunu verme yetisinden yoksun ol­malarında yatmaktadır. Kendi deneyimlerime göre temel içtenlik yokluğu çoğu kez kamufle edilir ve aileler çocuk için en iyi­sini istediklerini öne sürerler. Eğitim kurumlan ve "ideal" bir annenin aşırı vesveseli ya da özverili tutumu, gelecekteki derin güvensizlik duygularının köşe taşını büyük ölçüde oluşturan bir ortama katkıda bulunan temel etkenlerdir.(…) Bunun yanısıra, tartıştığımız türden bir ortam yaratan "llevrotik anne-babalar genellikle yaşamlarından hoşnut değillerdir, doyurucu coşkusal ya da cinsel ilişkilerden yoksundurlar ve dolayısıyla çocukları kendi sevgilerinin nesnesi yapmaya eğilimlidirler.
"Yaşam bazen ağıt Bazen türküdür derler Bin soru şimşeği çakarken beynine Bir ünlem kuşkusu bile Sakın ha düşmesin yüreğine."
Reklam
Yaşanmış binlerce şeyden geriye hatırlanmaya değer çok az şey kalacak olmasına ne demeli. Hepsi de iyi şeyler değil üstelik. Sesin kamburlaşmasına yol açan bu anı tortuların silmek süpürmek elimizden gelmiyor. Bunu yapabilenlere deli ya da dâhi diyoruz. Ne deliyim ne dahi ünlem kendimi tanımlamam gerekirse, merakı nazar boncuğu gibi yakasında taşıyan bir öğrenciyim, diyebilirim.
Sayfa 35 - EverestKitabı okuyor
Hayat bir ünlem ile bir soru arasındaki tereddüttür. Şüpheye düştüğünüzde bir son nokta vardır.
Ben, çiçeklere bakmasını bilmediğim gibi, kendime bakmasını da bilmiyorum. Ben, yalnızlığı istemekle suçlanıp yalnızlığa mahkûm edildim. Bu karara bütün gücümle muhalefet ediyorum. Ben yalnızlığa dayanamıyorum, ben insanların arasında olmak istiyorum. İnsanların düşmanlara da ihtiyacı vardır. (Dostlarının değerini bilmek için.) İşte tek başıma yıkılmış durumdayım: Ne yemek pişirmesini, ne de okumasını becerebildim; ne İngilizceyi, ne de tabiatı sevmesini öğrenebildim. Yeni bilgiler öğrenmek bir yana, eski bildiklerimi unutmaya başladım. Düşüncelerimin doğruluğunu ölçmekten yoksun kaldım artık. Kimsenin gözünde, anlattıklarımın yansımasını göremiyorum, artık? Her şeyi unutuyorum, noktalamayı bile? Ünlem işaretinin nerede kullanılacağını bilmiyorum? Üstelik ne ıstırap çekmeyi ne de gerçekten korkuyu öğrenebildim (ya da öğrenemedim). Hangi sözü kullanacağımı bilmiyorum. Yalnızlığımın yalnız bana zararı dokundu.
Sayfa 78 - İletişim YayınlarıKitabı okudu
FİKİR YAZILARINDA VE KALEM KAVGALARINDA ATSIZ ÜSLUBU Bu bölümde Atsız'ın romanlarındaki üslup üzerinde durmayacağız. Romanlarını incelerken bunu yaptık. Burada aslında iç içe girmiş bulunan, birbirlerinden pek de farkı olmayan fikir yazılarına ve kalem kavgalarına bakacağız. Atsız'da baskın olan polemik üslubu, fikir yazılarına da sık
Reklam
Hayat, ünlem işareti ile soru işareti arasındaki tereddüttür. Şüpheden sonra nokta gelir.
Fakülte, şehrin insanlarını ve motorlu araçlarını alamayan dar sokaklarında sıkışıp kalmış. Bakımsız bir ortaokul ya da taşra lisesi görünü­münde. Binaların kiremitleri kırılmış, yerinden oynamış. Karadeniz gibi çok yağmur yağan bir yerde ne olur bu okulun hali? Kalorifer ba­casının işi, yağmur sularıyla yan duvardan aşağılara kadar siymiş. Sa­rı boyalı duvarın üstünde kapkara bir ünlem işareti meydana gelmiş. Bu kiremitlerin halini, bu kapkara ünlem işaretini bu okulun yöneti­ cileri, öğretmenleri, öğrencileri, işçileri neden görmez? Bu kentin in­sanları niçin görmez? Görenler niçin sormaz? Öğrenciliğinde okudu­ ğu okulun bozulan kiremidini, akan çatısını, baca isiyle kirlenen du­varını görmeyen; görecek kadar beyni eğitilmeyen bu gençler yarın öğretmen olduklarında öğrencilerin bakarkör olmalarını nasıl önle­yecekler? Sorular, sorular, sorular... Kendi kendime konuşuyor, düşünüyor, üzülüyorum. Gezdiğim gördüğüm yerlerde, "Hah işte, yaptık mı böyle mükemmel, tam yaparız!" diyebileceğim işler, gelişmeler arıyorum. Ama tersi çıkıyor karşıma...
Yaşanmış binlerce şeyden geriye hatırlanmaya değer çok az şey kalacak olmasına ne demeli. Hepsi de iyi şeyler değil üstelik. Sesin kamburlaşmasına yol açan bu anı tortuların silmek süpürmek elimizden gelmiyor. Bunu yapabilenlere deli ya da dâhi diyoruz. Ne deliyim ne dahi ünlem kendimi tanımlamam gerekirse, merakı nazar boncuğu gibi yakasında taşıyan bir öğrenciyim, diyebilirim.
Yine de her oğul gibi, ne kadar direnirsem direneyim daha en başından babama karşı yeniktim. Zamanı tanrı yaşar, insanoğlu hep ölmek için. Uyumayı başaramıyorum, gözkapaklarımın arasında uykumu kaçıran bir kadın var. Eğer yapabilseydim ona gitmesini söylerdim; ama boğazında konuşmamı engelleyen bir kadın var.. Bir insanı son kez gördüğünü
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.