Çok fazla insanla tanıştım, çok insan hayatıma girmek istedi ancak fark ettim ki henüz “beni anlamak için zaman harcayabilen” biriyle tanışmadım. Anlaşılma ihtiyacım bâki kaldı, henüz karşılığı verilmeyen bir ihtiyacım olarak kaldı.
Sizi bilmiyorum ama benim genelde karşılaştığım insanlar, ya çok hızlılar ya da çok keskin. Benden hızlı bir cevap, ya da bir geri dönüş bekliyorlar. Aslında kafalarındaki şeye odaklanıyorlar; bana değil. İnsanlar bizi görmüyorlar, bize bakmıyorlar; bir projeye, bir hayale bakıyorlar günümüzde.
Ben artık ne hızlıyım, ne de keskin taraflarım var. Kimseye bir hız borcumuz yok diye düşünüyorum; kimsenin hızına da ayak uydurmak zorunda değiliz. Yavaşsak, hemen kendimizi açamıyorsak; bu, biziz. Kimsenin kafasındaki idealize ettiği şeye veya gereksinime tam olarak uyamayız. Kimse de “tam” olarak bizim hayalimize uymayacak; bunu öğrenmek zorundayız.
İnsanlar, hayallerini yaşayacaklarını zannediyorlar. Oysa genelde hayalimizi yaşarken bile hayalimiz değişir, hayalimiz mutlaka zihnimizdekinden değişik bir zeminde yaşarız; bunu bilmiyorlar.
İnsanların çoğu, hızlıca kendimi açmamdan ya da hiç açamamamdan şikayetçi. Kendimi açtığımda bu onlara ağır geliyor; açmazsam da duvarlarım olduğunu düşünüyorlar. Tüm bunlar, benimle alakalı değil. Bu, sistemin sıkıştırması; sistemin ilişkileri nasıl kodladığıyla ilişkili.
Böyle bir hız çağında yalnız olabilmekten ötürü acı duyuyorum ama bunun da gerekli olduğunu düşünüyorum. Kendimizi başkalarından korumak zorundayız; bu güvensizlik değil, aksine kendine güvenmek, yaslanmak, kendinde olmak demek.
/Arda Erel/