Descartes'ın şüpheciliğinin vardığı son nokta, insanın kendi 'ben'inin varolduğunu inkâr edemeyeceği gerçeği, yani 'düşünüyorum o halde varım' prensibi, esasında hem Kartezyen düşüncenin, hem de rasyonel teolojinin en önemli hareket noktasıdır. Zira bu düşünce, bir yandan Tanrı fikrine, öte yandan da onun varlığına kaynaklık edecektir. Dahası, her bir düşünen insanın bu akıl yürütme sayesinde varolduğu sonucuna varması gibi, Tanrı'nın evreni var etmesi de. onun kendi zihnindeki fikirleri düşünmesi sayesinde mümkün olacaktır. Dolayısıyla, Tanrı'nın varlığına, Kitab-ı Mukaddes'deki 'O ki, vardır' (Çıkış. 3. 13-14) ifadesiyle değil, salt düşünce sayesinde ulaşılacaktır.
"Seni yitirdiğim sokaklar artık tek sığınağım.
Eski hayaller yine sahnede, yalnızca içinde ben varım.
Derin bir üzüntü, kırılgan haller ve umutlar içindeyim.
Gemiyi terk eden kaptandan, mürettebatımdan kalan benim."
İçinde kısa kısa dört öykü bulunuyor Stefan'ın bu kitabında. Mürebbiye; Evin üniversite okuyan Otto adında gence aşık olmasıyla haraketlerinin değişmesi, bakıcısı olduğu iki çocuğu ihmal etmesine üzerine de kızların bunu fark edip gece gündüz, sürekli olarak mürebbiyelerini izlemesiyle yetişkin dünyasının acımasızlığı, güvensizliği,
Spoiler vermeden ufak bir inceleme/değerlendirme yazmak istiyorum.
Zweig'in kalem karakterini yansıtan, ancak başyapıtları arasında sayılmasına engel olan bir finale sahip, sürükleyici öyküsü.
Evet bazı kitaplar ters köşe yapar, heyecanla ve pür dikkat okuduğunuz, kaptırdığınız ve olası senaryoyu okurken kafanızda biçimlendirdiğiniz halde mevzu umulmadık bir yere sürüklenebilir. Bu öyküde yazar bunu amaçlamış. Ancak beklenmedik senaryoya geçiş o kadar aniden, yüzeysel ve yavanki sanki kitabı yazmaktan sıkılmış ve bir anda bitirmeye karar vermiş Zweig.
Tabi yazar psikolojik çözümleme ve gerilim odaklı o kadar iyi eserler vermiş ki, bunu onlarla aynı kefeye koyabilmek mümkün değil. Yine de keyifle okunabilecek, şaşırtabilecek bir kitap. Okunur. Ancak şok etkisi yaratmaz, "Ben ne okudum vay be(Zweig etkisi diyorum ben buna)" bırakmaz.
Kısa bir tatil için Avusturya Alplerine giden bir baron, zamanını zararsız bir flörtle renklendirmenin yollarını aramaktadır. Kendine fazlasıyla güvenen ve gönül maceralarına her zaman açık olan bu müzmin kadın avcısı, kısa sürede kendisine bir av bulmakta hiç zorlanmayacaktır Tanışıp yakınlaşmak istediği kadının on iki yaşındakı oğluyla ahbaplık kurarak işe koyulur. Yakıcı Sır annesini elde etmek isteyen bu narsist çapkın tarafından kullanılan bir çocuğun hikâyesidir aslında. Ne var ki, yetişkin dünyası bazen masum çocuklara büyüklere göründüğünden çok daha berrak görünmektedir.
STEFAN ZWEIG (1881-1942) Viyana'da varlıklı bir Yahudi ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Zweig, yaşamı boyunca Avrupa'nın hızlı değişimine tanıklık etti. 1934'te Nazilerin baskısı yüzünden Avusturya'dan ayrıldı. Önce İngiltere'ye, 1940'la da Brezilya'ya göç etti Satranç, Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu, Olağanüstü Bir Gece, Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat, Amok Koşucusu gibi unutulmaz novellaları ona büyük bir ün kazandırdı. Novella, öykü, deneme, biyografi ve oyun gibi farklı türlerde çok sayıda yetkin ürün verdi. Psikolojiye ve Freud'un öğretisine duyduğu ilgi onu derin karakter incelemelerine götürdü. Önemli denemeleri arasında Üç Büyük Usta (1920) Kendileriyle Savaşanlar (1925) ve Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar (1928) sayılabilir. Sabırsız Yürek (1938) adlı bir psikolojik romanı da mevcuttur.
Yakıcı SırStefan Zweig · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202041,8bin okunma
İstemeden varım, istemeden öleceğim. Olduğum şeyle olmadığım şey arasında, hayal ettiğim şeyle hayatın beni yaptığı şey arasında bir boşluğum, birer hiç olan şeylerin ortasındaki soyut ve tensel noktayım.