Yine Kadınlar ve yine bir mücadele. Bu öyle bir dünya ki, sanırsınız günümüzün Afganistan'ı. Bazıları bu öyküleri gelecekten bir şeymiş gibi yazıyorlar bakınız Margaret Atwood, bazıları ie günümüzden bir şeymiş gibi yazıyor bakınız Khaled Hosseini - Bin Muhteşem Güneş. Ortak fikir yine aynı, ezilen, hakları elinden alınan ve aşağılanan kadınlar... Distopik öykülerin en çok bu kısmını beğeniyorum, hayatlarımızdan o kadar uzak ve hayatlarımıza bir o kadar yakın olmaları. Bir kadının eşini seçememesi, kiminle ne kadar yakınlaşabileceğinin kararının onun eline bırakılmaması ve bir yerde tecavüze varan zorlamalar ve psikolojik kısıtlamalar tüm bunların en sinir olduğum kısmı. Hayatınızda size de neyi nasıl yapmanız gerektiğini sürekli söyleyip duran insanlar yok mu? Müdürünüz, kocanız, sizden üst bir pozisyonda (iş anlamında ya da hayattaki statü anlamında) olmasına gerek bile yok, bazen arkadaşlarımız bile bize bunu yapıp duruyor. Hepimize diyorum ki içimizdeki direnişçiyi ortaya çıkarmalıyız ve kimsenin bizi bizden iyi bilmediği gerçeğini kafamıza sokmalıyız artık. Cinsiyetinizin bir önemi yok, ben benim, siz sizsiniz ve kendimizi en iyi biz biliriz. Kullanılabilecek ne kadar kişi zamiri varsa hepsini kullandıktan sonra, belirtmek istediğim şey şu ki: hislerinize güvenin... Ne istediğinizi bırakın onlar söylesin ve sonra istekleriniz için gözünüzü kırpmadan savaşın!!!