Soyulacaklarını hisseden bazı çakal tüccarlar, hırsızlar gelmeden evvel servetlerini yol üstünde, sonradan bulabilecekleri bir yere gömerlermiş. Nereye? Çoğunlukla gözlerine kestirdikleri bir taşın dibine. Çünkü taş ebedidir, değişmeyen ve durağan yaşamın simgesidir. Yıllar yıllar geçse bile, çok büyük bir aksilik olmadığı sürece o taş yerinde durur, hep aynı yerde durur. Yanlarından nice yaşam geçip gider, ama taş hep durur. Artık taşlara daha dikkatli bakıyorum. Birinin dibinde hazine bulsam kafam amma rahatlar diyorum. Şimdiye kadar bize hep “parayla saadet olmaz” dediler ama bunu yaşayarak öğrenmek istiyorum, hiç bilmiyorum Osman.
Soyulacaklarını hisseden bazı çakal tüccarlar, hırsızlar gelmeden evvel servetlerini yol üstünde, sonradan bulabilecekleri bir yere gömerlermiş.Nereye?Çoğunlukla gözlerine kestirdikleri bir taşın dibine.Çünkü taş ebedidir, değişmeyen ve durağan yaşamın simgesidir.Yıllar yıllar geçse bile, çok büyük bir aksilik olmadığı sürece o taş yerinde durur, hep aynı yerde durur.Yanlarından nice yaşam geçip gider, ama taş hep durur.Artık taşlara daha dikkatli bakıyorum.Birinin dibinde hazine bulsam kafam amma rahatlar diyorum.Şimdiye kadar bize hep “parayla saadet olmaz” dediler ama bunu yaşayarak öğrenmek istiyorum, hiç bilmiyorum Osman.
Türk-İslam sentezi ile muasır medeniyet seviyesine değil ortadoğu Müslümanlığı seviyesine düşürülmek istendiğini ve asıl amacın bu olduğunu yaşayarak öğrenmek zorunda kaldık.
Çünkü Türk-İslam sentezi bir emperyalist projeydi.
İdeali muasır medeniyetler seviyesine çıkmak olan bir toplumun yolu emperyalizmin projelerinden değil akıl ve bilimin yolundan geçtiğini çok pahalıya mal olmasına hala öğrenemedik.
Önder Karaçay
"Yaşamla ölüm arasında bir kütüphane var," dedi, "Bu kütüphanedeki raflar sonsuza kadar gider. Her kitap yaşamış olabileceğin başka bir hayatı yaşama şansını sunar sana. Farklı seçimler yapmış olsan, şu an nasıl bir hayatın olacağını görürsün...
Pişmanlıklarını telafi etme şansın olsaydı, bazı konularda farklı davranır mıydın ? "
İşte bu kitap zamanın hiç akmadığı bir Gece Yarısı Kütüphanesinde sonsuz sayıda kitabın ortasında, yaşamı seçmenin hikayesi ama hepsi bu değil. Kütüphanede bulunan kitapların her birinde farklı bir hayat, farklı kariyerler ve kararlar yazılı. Bize olasılıklar üzerinden ölüm ve yaşamı iyi ve kötüyü aynı anda sunarak farklı bakış açıları kazandırır ve yaşantımıza, anımıza farkındalık katar.
Bazen insanlar bir şeyleri değiştirirlerse her şeyin yoluna gireceğini düşünürler. Ama ya beklediğimiz gibi değilse ?
Olmamız gereken tek bir kişi yaşamamız gereken tek bir hayat hissetmemiz gereken tek bir varoluş var. Her şey olabilmek için her şeyi yapmamız gerekmiyor çünkü zaten sonsuzuz..
Keyifli okumalar:)
"... Nereden geldiğimizi hemen unutup nereye gittiğimizi merak bile etmeden, günübirlik yaşayarak çoğu kez birbirinin aynısı olan şeyi yaptık; bir dünyadan gelip diğerine gittik. Yemekten, birbirimizle mücadele etmekten, sürüye gücümüzü kanıtlamaya çalışmaktan daha başka yaşama nedenleri olduğunu öğrenmek için kaç yaşamdan geçmek zorunda kaldık, bir fikrin var mı Jonathan? Binlerce Jon, on binlerce! Ardından, mükemmellik diye bir şeyin varlığını fark edene kadar yüzlerce yaşam daha... Yaşama amacımızın mükemmeli bulma ve onu açığa çıkarma olduğunu anlamak için diğer yüzlercesi daha yaşandı. Şimdi de aynı kural geçerli, tabii ki diğer dünyayı bir öncesinde öğrendiklerimizle kurarız. Fakat hiçbir şey öğrenilmemişse, sonraki yaşam öncesinin aynısı olacaktır; aynı sınırlar ve kazanmak için yüklenilen aynı sıkıntılar..."
Kitap da iyi bir sunum yapmak için bir sürü bilgi mevcut. İzlenme rekoru kıran etkileyici konuşmaların örnekleri ve
onları farkli kılan detaylar anlatmış yazar.
Teknoloji, Eğlence ve Dizayn sözcüklerinin baş harflerinden oluşan TED alanlarında stün bilgiye sahip olan kisilerin sunumlarından oluşan bir konferanstır. Kitapta dünyanin en iyi
"Hayatımızı yaşayarak, ölümü besliyoruz. Doğru olmasına karşın, bu, öğrenmemiz gereken gerçeklerden sadece biriydi. Onun ölümünden öğrendiğim ise şuydu: Hiçbir gerçek, bir sevdiğimizi kaybettiğimiz zaman duyduğumuz kederi gideremez. Hiçbir gerçek, hiçbir samimiyet, hiçbir güç, hiçbir nezaket bu acıyı geçiremiyor. Tek yapabileceğimiz şey, üzüntüyü sonuna dek yaşamak ve sonunda bundan bir şey öğrenmek, ama her ne öğrenirsek öğrenelim, bir sonraki beklenmedik üzüntüde bir yardımı olmuyor."
Hayatımızı yaşayarak, ölümü besliyoruz. Doğru olmasına karşın, bu, öğrenmemiz gereken gerçeklerden sadece biriydi. Naoko'nun ölümünden öğrendiğim ise şuydu: Hiçbir gerçek, bir sevdiğimizi kaybettiğimiz zaman duyduğumuz kederi gideremez. Hiçbir gerçek, hiçbir samimiyet, hiçbir güç, hiçbir nezaket bu acıyı geçiremiyor. Tek yapabileceğimiz şey, üzüntüyü sonuna dek yaşamak ve sonunda bundan bir şey öğrenmek, ama her ne öğrenirsek öğrenelim, bir sonraki beklenmedik üzüntüde bir yardımı olmuyor.
Her şeyi ille de yaşayarak öğrenmek zorunda değiliz ama değil mi? Buna bir ömür yetmez ki hem zaten.Başkalarının deneyimlerinden de dersler çıkararak yaşamaya devam etmek daha akıllıca geliyor bana.