Emre Turan, ülkemizde “yerli klasikler” olarak kabul ettiğimiz eserleri vücuda getiren Sabahattin Ali gibi, Peyami Safa gibi ya da Halit Ziyâ bey gibi ve ismini burada esame listesi şeklinde uzatmamak adına saymadığımız onlarca büyük yazarlarımızın oldukça etkin eserlerini severek okuyan insanımıza, belkide hiç beklemediği bir eser sundu. “Fabl” olarak adlandırılan, hayvan veya bitkiler arasında geçmiş gibi yansıtılan konuşmaları hayal dünyamıza uyarıcı bir üslup ile nüfus ettiren yazar, dünya nüfusunun, özellikle varlıklı kesiminin, aklına bile getirmediği israf konusunu sebzeler ve meyveler üzerinden işledi. Akıcı bir lisan kullanan Turan, sanırım, mesleğinin de kazandırdığı duyguyu adeta -Parlak Domates’in- açısından kaleme almış, okurla etkileyici bir biçimde buluşturmuştur. Sebzelere bunu yapan, bir aşk romanında, tarihi bir roman yazmak istediğinde, ya da içinde olasılık teorisi barındıran siyasi entrikalarla dolu bir roman yazmak istediğinde insanlara neler yaptırmaz ki.. başarılı bir çalışma olan -Buzdolabı Vatandaşları- eserinin ardından yeni romanlarıyla bizlerin okuma zevkine hitap edeceğine inandığım Emre Turan’ın eserlerini sabırla bekliyor olacağım.
Kur'an'ın cihan-şümul hakikati: Kur'an, Allah'ın birliğine inanmak hakikat-i kübrasını ilan eder
İngilizce-Arapça, Arapça-İngilizce lügatların muharriri Doktor Steingass, Kur'an hakkında şu sözleri söylüyor:
Kur'an, insanların yed-i istifadesine geçen eserlerin en büyüklerinden biridir. Kur'an'da
Doktor Maurice (Moris), Le Parler Française Roman (Löparle Franses Roman) unvanlı gazetede Kur'an'ın Fransızca mütercimlerinden Selman Runah [Salomon Reinach]ın tenkidatına verdiği cevapta diyor ki:
Kur'an nedir? Her tenkidin fevkinde bir fesahat ve belâgat mu'cizesidir. Kur'an'ın, üç yüz elli milyon
Çocuklar bir adım atarak yeni bir şey deneme cesaretini gösterip de başarısız olduklarında onları ödüllendirip cesaretlendirir. Bu onları güvene boğacak ve onları genişlemeye, kapasitelerini zorlamaya itecektir. Bir hata yaptıklarında neyi yanlış yaptıklarını öğrenmelerini yardımcı ol ve sonra ilerle. Ve asla olumsuz ya da tenkit edici bir lisan kullanma. Çocukları azarlamak içlerine doğru biçmelerine sebep olur ve onları özel kılan yegane ışıklarını söndürür.
bana yeni bir dil ver ya Rab!
bana, beni yorulmadan anlatacak bir lisan ihsan et
yoksa bu çağ ağır
yoksa bu beden büyük
yoksa bu sahte
bu sancılı
bu komik
bu zavallı
bu her şeyin
kendi
anlamıyla
dövüştüğü
bu asr
bana
yük!
1960’lı yıllarda yazılmış, epik ve modern bir destansılığa sahip olan “Dune” evrenine giriş niteliği taşıyan bu yapıtın henüz ilk sayfalarında şu diyaloglar geçmektedir:
"Neden insanları bulmak için sınav yapıyorsunuz?" diye sordu.
"Sizi özgürleştirmek için."
"Özgürleştirmek mi?"
"Bir zamanlar, insanlar
Harf İnkılâbında da öyle oldu. Profesör Fuad Köprülü ve Prof. Şekip Tunç Beyler, lisâniyat kürsüsünün yedi sekiz lisan bilen Profesörü Avram Galanti ve onların etrafındaki diğer pro- fesörler Harf İnkılâbının aleyhinde olan tanınmış simâlardı.
"Eğer bir milli kültür kalkınması mevzu-ı bahs ise, biz de Japonlar gibi, hemen hemen beynelmilel olmuş İngilizceyi yardımcı dil olarak kabul edelim ve ona göre Maarif Vekâletini teşkilatlandıralım. Bu yoldan maksada daha çabuk ulaşırız. Bu tarz, beynelmilel kültür münasebetleri için çok kolaylık sağlar. Sonra, bin senelik milli kültürümüzü, öyle kolayca yeni harflerle vücut bulacak kütüphanelere nakledemeyiz. Her ne kadar müsbet ve beynelmilel teknik ilimler için böyle bir düşünce vârit değilse de, bir milletin varlığı milli kültürü ile pâyidar olur. Maziden alakasını kesen bir millet görülmemiştir. Amerika'ya gelince, o milletler halitasıdır, milli kökten mahrumdur, orada ancak madde ve teknik ayaktadır ve bütün varlığını buna dayamıştır. Fakat beşerî duyguların, insani hislerin, ecdât, an'ane ve mefâhirin o cemiyette yeri yoktur, kendinden üstün başka bir kuvvetin zebûnu olduğu gün eşya mertebesine iner" gibi mulahazalar, Harf İnkılâbına muhalif olan zümrenin ileri sürdüğü tezdi.
Eski hocalardan, değerli bir Şark lisanları âlimi olan Tâhir Nâdi Bey'e Harf İnkılâbı sorulduğu zaman: "Yeni harfler on beş günde öğretilen bir çocuk oyuncağıdır, eski harfler ve imlâsı on beş senede öğrenilen bir ilimdır" diye cevap veriyordu.
Türkiye'de bu gibi ciddi işleri layık olduğu ciddiyetle tetkik ve muhakeme, edebilecek ilim adamlarının mevcudiyeti gayri kabili inkârdır. Bizzat tanıdığım kıymetli tarih, lisan, içtimaiyat mütehassısları vardır. Fakat bu işi onlara havale edemezdiniz ve edememekte mazursunuz, ilme ilmi techil ettirmek, hakikate hakikat namına yalan söyletmek
İttihat ve Terakki hükümetinin Yeni Turan planını umumi şekilde ve muhtasaran zikrettikten sonra, planın Kürtlere ait kısmını takiben ilerliyelim.
Bu plana nazaran Kürtler taktil değil temsil kısmına dahil olan milletler meyanında idiler. Kürt unsuru, Yeni Turan, güzel ülkeye giden yolun üzerinde yaşayan bir millettir. Türkleştirilmeleri mühim, belki müstacel ve her halde derecei vücutta idi. Kürtlerin temsiline bir de kanun yapıldı. Zamanın bedbaht padişahı Sultan Reşat'a da tasdik ettirildi.
Mezkur kanunda vilayeti şarkiye ismiyle yad olunan Kürdistan'da sakin olan halk yani Kürtler o araziden kaldırılarak garbe yani Türk vilayetlerine nakil ve ahali kısmı mahalli nüfusun %5 ini tecavüz etmiyecek surette Türk köylerine tevzi, beyler, ağalar ve şeyhler ise derece-i ehemmiyetlerine göre vilayet, liva ve kaza merkezlerine iskan olunacaklardı. Ahalinin bey, ağa ve meşayih ile münasebeti tamamıyla kesilecekti. Bu suretle Kürtlerden tahliye edilecek olan Kürdistan'a da şuradan buradan getirilecek olan sözde Türkler yerleştirilecekti. Bir iki batın sonra Türkler arasında ve onlara karışarak lisan ve adetlerini kaybedecek olan Kürt muhacirleri de sözde türkleştirilecekti.
Ahmet Haşim hem şiirde hem nesirde ayrı ayrı üslup sahibidir .
Ahmet Hâşim hastalığı sebebiyle Frankfurt’a gider ve bu kitabı yazar.Lakin kitapta hastalıktan bahsetse bile kendi hastalığından çok bahsetmez .
Kitap coğrafi bilgi veren bir seyahat kitabı değildir.
Abdülhak Şinasi’nin sınıf arkadaşı olan Ahmet Hâşim’den Piyale ve ilk şiir kitabı olan Göl Saatleri’ni okumuştum ve paylaşmıştım. Kronolojik yazan bir şair olan Hâşim ‘in gece sembolleri beni bir hayal alemine sokar. Gerçekliği sembollerle ulaştırır. Zaten estetiği semboller üzerine kurar.
Ahmet Haşim’in şiirlerinde kendinden izler vardır.
Piyale şairin üçüncü dönemine aittir. “Yeni Lisan’’ anlayışına sahiptir.Dili daha önceki yazım dönemine göre açıktır.Göl Saatleri ise Fecr- i Ati döneminde yazdığı şiirlerden oluşan kitabıdır.Dili gayet kapalı ,süslüdür.
1932 yılında hastalığının tedavisi için gittiği Almanya’ya ait notları dönüşünde Mülkiye Dergisi’nde ve Hürriyet Gazetesi’nde yayınlar.Aynı yıl içinde Frankfurt Seyahatnamesi adıyla da kitaplaştırır.
Seyahat için çok güzel bir tanımı vardır. “ İnsan,hayatının tatsızlığından ve etrafında görüp bıktığı şeylerin o yorucu aleladeliğinden bir müddet kurtulabilmek ümidiyle seyahate çıkar. Bu bakımdan seyahat “Harikuladelikler avı” demektir”
Kitapta dönemin Türkiye’si ve ağırlıklı olarak Almanya’sı anlatılır.
TÜRK EDEBİYATINDA DİL VE MİLLİ EDEBİYATIN SEYRİ
Geçmişten günümüze edebiyatımızın seyrine kısaca göz atalım. 1299’da Osmanlı’nın kurulmasından bir süre sonra Divan edebiyatı başlamıştır. Bu edebiyatın zemini Arap, Fars ve Acem dilleri ve edebiyatları üzerine teşekkül ettirilmiştir. Edebiyat sahası, ecnebi ülkelerin milli değerlerini kullanarak