Yazgımızın, primatlar da dahil bütün hayvanların yazgısından çok farklı olduğu apaçık; diğer hayvanlara boyun eğdirdik, onları ehlileştirdik, soylarını tükettik, sürdük, kafesledik veya korumaya aldık. Biz ise, kendimize taştan ve çelikten kentler inşa ettik, makineler icat ettik, şiirler, senfoniler yarattık, uzayda seyehat ettik. Doğadan gelmekle ve doğa dışı ve hatta doğaüstü olduğumuza inanmamamız mümkün mü? (...) Diğer yandan, bütün insanlar aynı türden gelmelerine, homo sapiens olmalarına rağmen, yabancı ülkelerdeki benzerlerini tanımazdan gelen veya ondan insanlık sıfatını esirgeyen insan, bu ortak doğa paydasını yadsır durmadan.
I
O zamanlar gökyüzü biçilmiş buğday kokardı
Çiğnenmiş üzüm, mısır püskülü, bostan yaprağı
Toprak kokardı insan emeğiyle yoğrulmuş.
Rüzgâr serin sesli konuğuydu evlerin
Bulutlardan ağaçlardan saçlardan süzülen
Bir dirim duygusuyla doldururdu odaları
Yağmur ikinci adıydı akşamların
Günün yorgunluğu üzerine dökülen
Bir düş inceliğinde
"Herkesin katlanamayacağı elem ve hasret dolu günler..İnsanların bir belleğe sahip olmasına şükrediyor.Eğer insanlar istemedikleri bir hatırlama yetkisine sahip olmasaydı. Tarih değiştirmek nasıl mümkün olurdu?"
Şeytan serhoş olduğunda, ateşten bir top hep taca çıkar. Alevlerin elleri bu dünyanın yalancı krallarının tâcını, titreterek oyar. Şeytan serhoş yani başı hoş olduğunda; insanların sağını, solunu, önünü, arkasını birbirine karıştırır. İnsan hikâyeleri, şeytanın başını insana secde için döndürür. Eva, Vera’ya dönüşür. Max, Sigmund’a. Angela yitik babasına... İnsanlar tanışırlar, ancak birbirlerini tanımaları, birbirlerine dönüştüklerinde mümkün olur…