Bugün 3-5 arası son iki dersimiz Genetik. Hoca geldi işte içeri mavi önlüğü, yeşil fosforlu spor ayakkabılarıyla. İlk kez görüyoruz kendisini Hızlaca kendini tanıttı etti falan. ”Dersimde konuşmayın ne ben sizi delirteyim ne siz beni, ve yoklamada başkasının yerine imza atmayın başka isteğim yok sizden”, dedi. Böyle hızlı hızlı konuşuyor, yerinde
Küreselleşme , iklim değişikliği , savaşlar , nükleer tehditler , tahminleri aşan aşırı nüfus , hastalıklar , beton yığınları ve daha bir sürü şey kaos’un gelişini müjdeliyor .
Kısa bir manifesto niteliğinde bir kitap bu . Etrafımızda gözetleme kuleleri kuranlar , ormanı yok edip katlı rezidansa botanik bahçe yapanlar , plastik çiçek alıcıları , nicelik sarhoşları şunu duymaya hazır mısınız ? Bankadaki hesaplarınızın verdiği özgüvenle gerisin geri gerildiğiniz koltuklarınız altınızdan kaymak üzere . Yarattığınız Frankeyşteyn , size dönecek .
Ne yaparsanız yapın son sözü YABAN söyleyecektir .
Mücadeleden vazgeçen ekolojistlere , komünal toplumculara kitap sesleniyor ;
‘’Halen de pek çok özgürlük ve yaban ihtimali mevcut . ‘’
Aleks süperberduşu hatırla .
O kendi seçimleriyle , gülümseyerek noktaladı serüveni .
Betonlar arasında gregor samsa’ya dönüşmeyeceğiz . Tutkumuz , Pirimiz Henry David Thoreau’dur .
‘’Açlık sınıf savaşının dilidir .
‘yabanîn etrafı çitlenerek çiftçiler zorla ücretli işçilere dönüştürülmüştür
bir halk ne kadar göçebeyse o kadar bağımsız olması mümkündür
biz yabani otlar , yabanı savunmak için neler yapabiliriz ?
çok daha iyisini yapabiliriz ama önemli olan başlamak’’
“Kalbin de kabrin de nakli mümkün ama aşkın nakli olmuyor.” (sayfa-65)
Okuduğumuz şiirler, dinlediğimiz şarkılar, izlediğimiz filmler her geçen an biraz daha fazla incitir bizi. Hayat mutlulukları ne kadar çok tattırıyor sanıyorsak da koynumuzda en çok acılarımızdır taşıdığımız…
Tuhaf bir değeri oluyor acılarımızın, incitmeden besliyor, daha da
İki kız kardeşin aşkla olan imtihanını okuyoruz. Elinor (büyük olan) mantıklı, duygularını gizleyebilen, sakin yapılı. Marianne ise tam tersi duyguları ile hareket eden daha hassas bir yapıya sahip. Elinor "Akıl", Marianne "Tutku"yu temsil ediyor. Elinor'a hayran kaldım. Ama kendimi duygusal açıdan Marianne'ye daha yakın hissettim. Elinor ve Marianne çok farklı insanlar ve dünyaya çok farklı yönde bakıyorlar, her birinin değerleri ve hataları vardır. Aslında birbirlerini tamamlayan iki kız kardeş.
Jane'in romanlarının en çekici yönü, zeki, güçlü iradeli kadın karakterlerinin olmasıdır. Ayrıca o dönemde çoğu insanın aradığı şey, duygu alemlerinden uzak sadece dertlerinin para olduğunu ele alması.
Jane Austen'ın başka bir özelliği geniş bir toplum inşa etmesi. (bazen fazla karakter olmasından dolayı kafamız karışsada) ve İnşa ettiği toplumda her türlü karakter özelliğini bulundurması daha gerçekçi kılıyor. Karakter analizleri muhteşem.
Karakterlerin birbiriyle etkileşimlerini okumayı seviyorum. Mutlu sonla biteceğini bilmeme rağmen kahramanlarımızın neler yaşayacağını merak ederek okudum. Hele iki tane "yok artık" dediğim yer oldu. Sözün kısası Jane Austen okumayı seviyorum. Bu kitabı da çok beğendim. Mutlaka okumalısınız.
Akıl ve TutkuJane Austen · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 20196,4bin okunma
Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu kesmemeye
Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil...
Aydınca
Hiçbir fikrim olmadan okumaya başladığım ama sonrasında aklımda muhteşem bir iz bırakan kitaplardan oldu. Penguenler üzerinden toplumsal hayatın, devlet düzeninin, çeşitli ideolojilerin anlatıldığı kitap devlet kurumunun doğuşundan yok oluşuna, gelişmişliğin sonunda insanlığın yaşadığı sorunlara ışık tutuyor. Aynı zamanda şu an dünya olarak geldiğimiz noktanın sonunda daha neler yaşayacağımızı da gösteriyor bizlere. Her şeyin başlangıcını sorgulayan ve aynı zamanda "Ne olacak bu dünyanın hali?" merakını içerisinde barındıran herkese bu kitabı şiddetle tavsiye ediyorum. Şimdiden iyi okumalar :)
''İstanbul'da düzenlenen Tüyap kitap fuarında Hasan Ali TOPTAŞ ile yaptığım kısa ama tadına doyamadığım sohbetten, orada gördüğüm az da olsa güzel şeyler ve yaşadığım çokça can sıkıcı şeylerden bahsetmek istiyorum.''
+ Bu yıl 37. si düzenlenen TÜYAP Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı'na katıldım. Az buz değil 100 küsür kilometre yolu (işten
Ev sahibesi beni evden atmak üzere ve bana yemek vermeyi kabul etmiyor. Çizmelerim de çok kötü durumda, canım, düğmem bile yok... Daha neler neler eksik bende!
2000’lerin başında çok satan bir kitap söz konusu edildiğinde iyi edebiyat olup olmadığı konuşuluyordu; şimdinin çok satanlarının edebiyat olup olmadığını tartışıyoruz… Ama sonuçta bu kitapların da çokça seveni, okuyanı var… Bunu gözardı edebilir miyiz, “edebiyat değil” diyerek geçebilir miyiz?
Niye böyle oldu? Ve yeni tür yazın ve bu ekonomik
Beraberdik, birlikte yol aldığımızı sanıyordum. Öyle değilmiş oysa. Senin bir ajandan varmış, şu köşeyi dönünce sen bizi bırakacakmışsın. Biz ancak dönünce kavradık. Saflığımız ihanetleri ancak gerçekleştiğinde fark edecek kadar geçerli. Giderken kendini gerçekleştirdiğini bağırıyordun. Annenle, babanla, cümle geçmişinle, etrafındaki sayısız
Derginin 24 Eylül 1943 tarihinde çıkan ikinci sayısı. Bu sayıda Necip Fazıl'ın yanı sıra, Sait Faik Abası Yanık'ı kısa öyküsüyle, İlhan Berk ve Ziya Osman Saba'yı da şiiriyle görüyoruz. İlginç gerçekten günümüz dergilerine bakıyorum bir de bu eski dergilere, dergiye bak Necip Fazıl yazıyor, Sait Faik yazıyor. Şimdi olsa yok satar heralde. Kafalara, Kafkaokurlara kaldık.
Neyse başka neler var peki bu sayıda?
Kumar, piyango ve Faiz üzerine çok güzel bir yazı var.
Burhan Toprak ve Hikmet Barkın'ın yazısı var.
Hadiselerin Bilançosu bölümünde yine devam etmekte olan 2. Dünya Savaşının gelişmeleri var.
Homeros'un İlyada'sından bir bölüm var.
Ziya Şakir'in Kahve yazısı var.
Bulmaca, mizah ve okur köşesi bile var.
Eee daha nolsun 16 sayfalık bir dergide.