" Şiirin nasıl yol takip ettiğini anlamıyorsunuz. Fuzuli'nin saf ve samimi şiirine tercüman olan o temiz dilin üzerine sanat gibi,süs gibi iki belayı musallat etmişler, dilde onlardan başka bir şey bırakmamışlar, öyle şeyler söylenmiş ki sahiplerine şair demekten çok kuyumcu denebilir."
Bir perşembe günü dedem Ubeydullah-ı Ahrâr Hazretleri, öğle namazını kıldıktan sonra, aniden atının hazırlanmasını istedi ve ona binip Semerkand'dan süratle çıktı. Dostlarından ve yakınlarından bir kısmı da onu takip ettiler. Biraz yol aldıktan sonra Semerkand'ın dışında bir yerde yanındakilere; 'Siz burada durunuz!' buyurdu.
İngiltere, Hüseyin kadar önemli bir Müslüman müttefik bulma fırsatının yanı sıra, Osmanlılara karşı bir Arap ayaklanması fikrini kabul edebilirdi; bunun üzerine McMahon'a, Hüseyin'in girişimini sürdürme talimatı verildi. Yazışmalarda en çekişmeli konu, sınırlardı. Bütün Arap halkını temsil ettiğini iddia eden Hüseyin, Osmanlılara karşı
Cesaret, kazanmak için ne yapılması gerekiyorsa onu yapmak demektir.
İyi şeyler, gerekli şeyler, etkileyici şeyler kuralların çiğnenmesini içerebilir; hedefe giden her yol mubah olmakla kalmayıp amaç aracı kutsayabilir; bir şeyin yanınıza kar kalması soylu, yüce ya da kahramanca bir başarı bile sayılabilir.
Cesaret, kazanmak için ne yapılması gerekiyorsa onu yapmak demektir. Onurlu olan, canınızın istediği şeyi yapmanızdır. İsteklerinizle ilgili yegane önemli şey de onları gerçekleştirmekte başarılı olmanızdır.
Ahlaken paradoksal bir şekilde, "yanına kar kalmak", suç işlemek, şahsi çıkar için kuralları hiçe saymak argoda normalleştirilir.
Şu pencere, imkân ve hudûsa müesses umum mütekellimînin penceresidir ve isbat-ı Vâcibü'l-Vücud'a karşı caddeleridir. Bunun tafsilatını, "Şerhü'l-Mevakıf" ve "Şerhü'l-Makasıd" gibi muhakkiklerin büyük kitablarına havale ederek, yalnız Kur'anın feyzinden ve şu pencereden ruha gelen bir-iki şuâı
"Ama üzerinden geçmeye çalıştığımız bu yol dik ve zorlu." Bunda ne var ? Zirveye düz yoldan mı varılır ? Ayrıca bu yol bazılarının sandığı kadar da sarp değildir. İlk kısmı taşlar ve kayalarla doludur, geçilmez görünür, tıpkı aradaki mesafe gözü yanılttığı için uzaktan bakıldığında aşılamaz dik bir yokuşmuş gibi görünen birçok yer gibi, oysa daha da yaklaşıldıkça gözlerdeki hatadan ötürü tek bir nokta olarak görülen böyle bir yer yavaş yavaş netleşir ve uzaktan uçurum gibi görünen yer artık hafif eğimli bir yamaca dönüşür.
Çünkü, nurânî âlemlere giden yol kabirden geçer ve en büyük saâdetler büyük ve acı felâketlerin neticesidir. Meselâ; Hazret-i Yûsuf, Mısır azîzliği gibi bir saâdete, ancak kardeşleri tarafından atıldığı kuyu ve Zeliha'nın iftirası üzerine konulduğu hapis yolu ile nâil olmuştur.
.. "ruhsal işleyişte tanıma ile yanlış tanıma arasında daimi bir diyalektik vardır"..
Kavramak isteme ile istememe arasında savrulup dururuz.
Başkalarınca tanınmayı ve gerek kendimizi gerekse ihtiyaçlarımızı tanımayı her zaman göze alamayız çünkü işin ucunda acı çekmek vardır. Arzumuzu olduğu gibi görmek, yani hem başkalarına bağımlı hem de yasak ve dolayısıyla da mütecaviz olduğunu fark etmek kendimizi fazlasıyla kabul edilmez bulmamıza, fazlasıyla aykırı ve tehlikede görmemize yol açar. Böyle bir durum bizi gerçek anlamda kendimizle ters düşürür.
.
"Doğada buna izin veren, yani bir bölümünde olan bitenden yola çıkarak tümünde gelişecek olan şeyleri tahmin etmemize izin veren nedir? Bu, bilimsel olmayan bir sorudur. Onu nasıl yanıtlayacağımı bilmiyorum; bu nedenle de bilimsel olmayan bir yanıt vereceğim. Bu özellik, kanımca, doğanın yalınlığından ve bunun yol açtığı güzellikten kaynaklanmaktadır."
Örneğin birine rastlarız, alışkanlık sonucu hep
aynı hatayı işlemektedir. Diyelim hatasını
görmesini sağladık ilgili kişinin; böyle bir durum
değişik sonuçlara yol açacaktır. Söz konusu kişi,
hatasından el çekmenin zamanı geldiği
sonucuna varacaktır belki. Ancak bunun, seyrek
karşılaşılan bir durum olduğunu söylemeliyiz.
Bir başkası ise, bize