Ruh ve beden, beden ve ruh; ne büyük gizemdi. Ruhumuzun hayvani, bedenimizinse ruhani bir tarafı vardı. Duyularımız keskinleşirken zihnimiz körelebiliyordu. Bedensel dürtülerin nerede ölüp ruhani dürtülerin nerede başladığını kim bilebilirdi ki?
Ruh ve beden, beden ve ruh; ne büyük gizemdi. Ruhumuzun hayvani, bedenimizinse ruhani bir tarafı vardı. Duyularımız keskinleşirken zihnimiz körelebiliyordu. Bedensel dürtülerin nerede ölüp ruhani dürtülerin nerede başladığını kim bilebilirdi ki? (…) Ruhun bedenden ayrılması bir muammaydı, tıpkı bedenin ruhla birleşmesinin bir muamma oluşu gibi.
Sayfa 67 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okuyor
‘’Tanrı bize bir ölçüde kendi kaderimizi belirleme gücü vermiştir; duygularımız elde edemeyecekleri bir gıda istiyor gibi gördüğünde irademiz giremeyeceğimiz bir yola girmeye zorlandığında -ne açlıktan ölmemize ne umutsuzluğa kapılmamıza gerek var; zihnimiz için tatmak istediği yasak meyve kadar kuvvetli- hatta ondan daha saf başka bir besin bulabiliriz, kaderin kapattığı yol kadar doğrudan, geniş bir başka macera yoluna girebiliriz, her ne kadar daha engebeli olsa da.‘’
“Kendine karşı sorumluluk, başkalarının senin yerine düşünmesini, konuşmasını ve isimlendirmesini reddetmen anlamına gelir; kendi beynine ve içgüdülerine saygı göstermeyi ve onları kullanmayı öğrenmen, yani çok çalışıp boğuşman demektir. Bedenini yüzeysel yakınlık veya ekonomik güvenlik satın aldığın bir eşya olarak görmemen demektir; çünkü bu hayatta bedenimiz ve zihnimiz ayrılamaz bir bütündür ve bedenimize eşya olarak davranılmasını kabul ettiğimiz zaman, zihnimiz de ölüm tehlikesindedir. Arkadaşlığını ve sevgini verdiğin kişilerin zihnine saygı duymalarında ısrarcı olman demektir.” (Adrienne Rich)
Öyle sanıyorum ki insan zihni derinliklerindeki karanlığın içinde sorunları incelemekte, geri çevirmekte ya da kabul etmekte kullandığı bazı tekniklere sahip. Bu tür etkinlikler bazen insanın sahip olduğunu bilmediği yönlerini ilgilendirir. Kimbilir kaç kere zihnimiz dertli ve acılı, ıstırabımızın sebebini bilmeden yatağa girmiş, sabah uyandığımızda belki de karanlıktaki zihinsel faaliyetin ürünü olan yepyeni bir yöneliş, bir sarahat bulmuşuzdur. Öyle sabahlar da vardır ki, kanımız coşkunlukla kaynar, karnımız, göğsümüz sevinçle germeger, kıpır kıpırdır, oysa düşüncemizde buna sebep ya da gerekçe olacak hiçbir şey yoktur.
Duygularımızın dilini keşfetmek istiyorsak bedenimize bakmalıyız. Zihnimiz bize endişelenecek yada öfkelenecek bir şey olmadığını söylerken bedenimizin bize anlatmaya çalıştığı bir şey çalıştığı farklı bir şey vardır.
Sonsuzlukta “ne zaman diye, önce ya da sonra diye bir şey yoktur,” sadece şimdi vardır. Sonsuzluk “zaman” ile tanımlanan bir şey değildir; “zaman”la hiçbir alakası yoktur. Zaman zihnimiz aracılığıyla, yani tasavvur ettiği şeyleri hissedebilen, özgürlüğünü mesafeli ve yavaş olmakta, tutkulu içe bakışta bulan zihnimiz aracılığıyla girer içimize. Gelgelelim sonsuzluğun en ilginç yanı, aynı zamanda hayatın faniliğini, sonsuzluğun da aslında fani bir sonsuzluk olduğunu, günü gelince yaşlanıp öleceğinizi ve sonsuz şimdi’yi o kadar değerli ve anlamlı, o kadar vazgeçilmez kılan şeyin tam da bu olduğunu ortaya koymasıdır. “Biraz sonra” çok geç olabilir: Sonsuza dek “şimdi” olmalıdır.
Ve örtü, "Ya Settâr!" der..
Ey ayıpları örten, ey ayıpları bağışlayan.. Birçok günahımızı örttüğün gibi bedenimizi, bedenimizi örttüğün gibi kusurlarımızı, kusurlarımızı örttüğün gibi islam çizgisi ile, hiç yoldan kaymadan, sapasağlam şekilde ruhumuzu ve kalbimizi de ört...
Zira biz ahir zaman kadınları, yalnız bedeni örtmek ile
Zihnimizin bir özelliği vardır, eğer ki bir düşünce sonuca ulaşmamışsa ve yarım kalmışsa, zihin durmadan yarım kalanı tamamlamaya çalışır. Çünkü zihnimiz belirsizliği sevmez.